İzin günlerimizin sonuna doğru, Türkiye çalkantılı bir gündemle yüz yüze geldi. Son üç günün tartışmalarına baktığımızda, ciddi meseleler karşısında gösterilmesi gereken sorumlu tavırların, bazı kişi ve kesimlerce pek fazla dikkate alınmadığını görüyoruz... Van Cumhuriyet Savcısı'nın iddianamesini; herkes kendisine göre, yalnızca bir taraftan bakıyor ve işine geldiği gibi yorumluyor. Böyle olunca da, durum körlerin fili tarif etme işine benziyor. Yani filin kuyruğunu yakalayan körün, bu bir süpürgedir; kulağını yakalayanın ise hayır bu bir halıdır demesi misali! Tabii bu şekilde meselenin esası, yani büyük fotoğraf gözden kaçırılıyor. Bu hatalı davranış biçiminin, bir kısım siyasetçiler ve bazı medya organları tarafından sergilenmesi de ayrıca vahimdir. Zira kamuoyunu doğru bilgilendirme noktasında, bu kesimlerin özellikle sorumlulukları bulunmaktadır. Ne yazık ki, bazılarının bu esas görevi bir tarafa bırakıp, fırsattan istifade birtakım kişi ve kurumları yıpratmak, yahut hükümeti köşeye sıkıştırmak için özel gayretler içine girmeleri ilk defa görülen bir olay değildir. Elbette bu tür davranışların etik yönden değerlendirmesini, en azından halkımız yapmaktadır, yapacaktır. Dolayısıyla kaldırılan toz dumana fazla itibar edilmemelidir. Şimdi yapılması gereken, hukuk devletinin ve demokrasinin kurallarını dikkate alarak, durum tesbiti yapmaktır. Zira ancak bu çerçevede yapılacak değerlendirmeler; objektif, sağduyulu ve gerçekçi olabilir. Aksi halde, daha önce de sık sık yaşadığımız olumsuzluklar tekrarlanır... Herkes bilimsellik ve objektiflik yerine; kendi siyasi meşrebi veya fikri temayülü istikametinde olayları ele alırsa, sonuçta işte bugün müşahede ettiğimiz gergin ortam kaçınılmaz olur!.. Bakınız, bahse konu iddianameden en fazla rahatsızlık duyan kurum olan Türk Silahlı Kuvvetleri, bir kısım siyaset ve medya çevrelerinin aksine, başından beri konuyu büyük bir vakar ve ciddiyetle ele almaktadır. Kişisel, indi yorum ve spekülasyonlar yerine; meseleyi tamamen hukuk kuralları çerçevesinde değerlendirmiş ve buna uygun açıklama yapmak suretiyle, esasen yersiz pek çok tartışmanın da önüne geçmiştir. Elbette bu durum TSK'nın saygınlığını arttırmıştır. Gelelim diğer hususlara: Savcılık iddianamesinde, eksiklikler, usul hataları vs. olabilir. Nitekim, hukukçular bu konuda önemli eleştiriler yapmaktadır. Genelkurmay Başkanlığının konuya ilişkin açıklamasında da usul hatalarına atıfta bulunulmaktadır. Bunların hepsi normal ve her zaman vukuu muhtemel şeylerdir. Ama Sayın Deniz Baykal'ın yaptığı gibi, meseleyi çok daha başka yerlere çekerek; buradan bir siyasi avantaj elde etmek gibi düşünce ve niyetlerin tasvibi mümkün değildir. Baykal gibi tecrübeli bir politikacı ve avukatın, söz konusu iddianameyi; "sivillerin orduya karşı darbe teşebbüsü..." türünden hayli zorlama ve tuhaf bir mecraya sokma gayreti, gerçekten hayret vericidir. Baykal'ın çok bildiğini sandığımız Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının 10. maddesi, kanun önünde herkesin eşitliğinden bahseder ve "Hiçbir kişiye, aileye, zümreye veya sınıfa imtiyaz tanınamaz" hükmünü derpiş eder. Dolayısıyla hukuk devletinde hiç kimse yargıdan muaf değildir. O halde kural olarak, şartları doğduğunda, ilgili merciler tarafından ve usulüne uygun olarak muhatap kişiler hakkında, görev ve sıfatları ne olursa olsun iddianame veya fezleke düzenlenebilir, suç duyurusu yapılabilir. Bu iddia ve isnatların doğru olup olmadığına yine yargı mercileri karar verir. Hakkında mahkeme hükmü kesinleşinceye kadar hiç kimse suçlu ilan edilemez. Şüpheli veya sanıkların statüsü kanunlarda açıkça belirtilmiştir. Bütün bunlar ortada iken ve yargı bağımsızlığı hukuk devleti ve demokrasi için olmazsa olmaz şartını teşkil ederken, kurumları yıpratacak söylemlerde ısrar etmek nasıl izah edilebilir? Hem hukuk devleti diyeceksiniz, hem de hukuk sisteminin işlemesine itiraz edeceksiniz... Bu nasıl bir anlayış?!. Van Savcısının iddianamesindeki yanlışları tespit edip gereğini yapacak olan merciler bellidir. Usul de bellidir. Kafaları karıştırmaya da gerek yoktur. Zira zaman, ciddiyet ve sorumluluk gösterme zamanıdır.