Gençliğinde çobanlık da yaptığı için, lakaplarından biri de "Çoban Süleyman" idi... Doğrusu, "BENİM KÖYLÜM, BENİM ÇİFTÇİM..." söylemi ile de çok uyumlu idi bu lakap. Hatta, "SİYASET BİR RODEO SANATIDIR" vecizesi de, bu çobanlıktan mülhem olsa gerek... Öyle ya, ha çoban ha kovboy! Çoban çoğu kez yayan, bazen de merkep üstünde yol alır. Kovboy da at üstünde sürüyü izler. Eğlencesi de 'RODEO'dur. Azgın bir boğa veya atın üstünde kim en uzun süre kalabilirse, en becerikli çoban veya kovboy odur değil mi? İşte Süleyman Bey'in ifadesine göre, kendisi de aynı şeyi yapmaya çalışmış. Boğa üstünde, pardon iktidar koltuğunda kalabildiği kadar kalmaya çalışmış. Gerçi bu arada epeyce düşmeler de olmamış değil! Altı defa mı, yedi defa mı ne, düşüş vuku bulmuş. Ama usta binici için, yeniden iktidar koltuğuna gelmek hiç de zor değil. Ancak bazı düşüşler acemice olduğu için, seyirciler tarafından sarakaya alınmış: "Şapkasını alıp gitti..." diye. Usta siyasetçinin buna cevabı hazırdır: "NE YANİ, ŞAPKAYI BIRAKIP MI GİTSEYDİM?!" Hem siz, şapkasız kovboy gördünüz mü? Gibi bir demagoji yapsa yeridir. Kaldı ki, bu konuda kimse Süleyman Beyin eline su dökemez. 12 Mart Muhtırasında şapkasını alıp giden Sayın Demirel, "12 Eylül'e karşı niye direnmedin?" diye soranlar da şu cevabı yapıştırmıştı: "Ne yani, milletvekillerinin beline tabanca mı takacaktım?.." Vaktiyle kendisine barajlar kralı da deniliyordu, ama demagoji kralı da dense kimsenin itirazı olmaz! Şimdi 12 Eylül'ün mağdurları hesap sormak için kuyruğa girmiş bulunuyor. 104 yaşındaki Berfo Ana dahil... Bütün şikâyetlerin hedefindeki Kenan Evren, derdi tasayı bırakmış, Süleyman Demirel'in niçin davacı olmadığını merak ediyor. "Çok şaşırdım..." diyor. Onun ve herkesin şaşkınlığını, Demirel bir yeni bir şaşırtmaca ile gideriyor: "Ben 12 Eylül'le zaten hesaplaştım..." diyor. Rodeo sanatının icabı da bu değil mi?! Darbeyle devrildikten sonra, tekrar başbakan ve hatta cumhurbaşkanı olmak... Dokuzuncu Cumhurbaşkanımız, Ankara Pursaklar'da; Dokuzuncu Senfoni'nin çalınmasını çağdaşlık göstergesi olarak ilan etti. İki kere iki dört! Üç çarpı dört ile kafa bozmaya gerek yok. İçinden çıkamayan bir abaküs ediniversin! Bu abaküs aşağıdaki çoban hesabı için daha çok lazım olacak! Bilenlere hatırlatalım, bilmeyen genç nesillere de hikâyeyi anlatalım.... Ağanın biri bir çoban'a yüz tane koyun teslim etmiş. Bir zaman sonra, çoban ağanın evine koyunların hesabını vermeye gelmiş. "Anlat bakalım çoban, durum nedir?" diye sormuş ağa. Çoban hesabı şöyle vermiş: "Yağmur yağdı, gök çatladı, yetmiş ikisinin karnı patladı. Yardan uçtu baş toklu, arkadan gitti beş toklu. Onunu verdim kasaba, onunu katma hesaba. Dün kurt kaptı birisini, birisinin getirdim derisini!.." Ağanın tepesi atmış, önündeki yoğurt çanağını çobanın yüzüne doğru fırlatmış. Yoğurttan yüzü bembeyaz olmuş çoban şöyle demiş: "Oh be, yüzümüzün akıyla hesabı verdik sonunda..." 12 Eylül ile hesaplaşmak, kimine göre çok kolay... Kimileri ise, Ankara adliyesinin önünde kaybolan yakınlarının, kaybolan yıllarının, haklarının hesabını sormak için nöbet tutuyor. Ne yazık ki, o kayıpların hiçbirisi geri gelmeyecek!