"Çort Sözler" ve yaman çelişkiler...

A -
A +

Danıştay'ın kuruluşunun 139'uncu yılı dolayısıyla Başkan Sumru Çörtoğlu bir konuşma yaptı. Cumhurbaşkanı başta olmak üzere, devlet erkanının önemli bir kısmının da hazır bulunduğu toplantıda yapılan bu konuşma, aslında sıradan ve daha önce benzeri farklı ağızlar tarafından pek çok kere tekrarlanmış bir konuşma idi! Çörtoğlu'nun konuşması, eğer bazı sivri cümleler olmasa hiç de dikkat çekecek bir muhtevaya sahip değildi. Oysa bir yüksek yargı organının; hele 139 yıllık bir maziye sahip Danıştay gibi bir kuruluşun başkanının, böyle bir günde yargı bağımsızlığı, adaletin gecikmeden tecellisi ve hukuk devleti adına söyleyebileceği çok şey olmalıydı... Ama Sayın Çörtoğlu bu yola hiç başvurmadı. Neredeyse yalnızca laikliği işledi. Laiklik ve irtica ile başladı ve öyle de bitirdi! Bu konuda söyledikleri de artık herkesin ezbere bildiği sloganların ötesinde bir şey değildi. Mesela şöyle dedi: "İrtica tehlikesi hep vardı ve var olacaktır..." Bir de şöyle bir sav ortaya attı: "Atatürk ilke ve devrimlerine aykırı olan her şey irticadır..." Türkiye'de, düşünce ve bilim alanında yeni bir şey ortaya koyamayanların her zaman başvurduğu bir kolaycılık vardır. Atatürk ilke ve inkılaplarından bahsetmek ve bazı sözlerini tekrarlamak!.. Çörtoğlu da bundan farklı bir şey yapmadı. Danıştay Başkanı, kurumuna yapılan kanlı saldırıyı da; çok yüzeysel ve eksik bir biçimde dile getirdi. Bir yargıcın hayatını kaybettiği ve üçünün de yaralandığı ve ülkemizde ilk defe cereyan eden bu müessif olayın, derin bağlantılarına hiç mi, hiç değinmedi. Hemen ve kolayca, suçüstü yakalanan sanığın ifadesine göre; işi getirip irticaya bağladı... Saldırının gerçek sebebi acaba? Oysa bir yüksek yargıcın analizi ve hükmü bu kadar yüzeysel olamazdı, olmamalıydı. Bu konuda, yalnızca medyada yer alan haber ve yorumlara bakmak bile, olayın gerçek boyutları hakkında bilgi ve fikir sahibi olmak için yeterlidir. Danıştay Başkanı'nın kendi kurumuna yönelik bu vahim saldırıyı, gerçek mahiyeti yerine; gösterilmek istenen boyutta ele alması, her şeyden önce yargı adına çok yanlış olmuştur. Bugün sokaktaki sade vatandaş da gayet iyi biliyor ki, Danıştay'a yapılan saldırı; öyle iddia edildiği gibi, başörtüsü sebebiyle filan değildir. Hadisenin esas maksadı hakkında, Sayın Çörtoğlu keşke bir yargıcın yapması gereken araştırma ve analizi yapmış olsaydı. Ama o işi yine getirip irticaya bağladı ve bundan dolayı da hükümeti ve güvenlik güçlerini suçlama yolunu tercih etti. Anadolu'nun bazı yerlerinde, insanı rahatsız eden ve kulağı tırmalayan laflar için "Çort sözler" tabiri kullanılır. Sayın Çörtoğlu'nun konuşmasında bu türden sözler epeyce fazla idi. Danıştay Başkanı, önemli bir törendeki konuşmasında daha özenli olmalıydı. Çörtoğlu'nun bir hakkını da teslim edelim: Anayasa'nın 125. ve 159. maddeleriyle, Yüksek Askeri Şura ve Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu kararlarının idari yargı denetiminden muaf olmasını eleştirmesi, çok yerinde bir tavırdı. Keşke Danıştay Başkanı idari yargıdaki tıkanıklıkları, en basit bir iptal davasının bile yıllarca sürmesini, yani adaletin gecikmesinin yolaçtığı sakıncaları da vurgulasaydı. Ama bunu yapmadı. Yüksek Yargı organlarının başkanları, şayet yargı bağımsızlığının korunması ve yargı düzeninin işleyişi hakkında, gereken hassasiyeti gösterip bunu gerektiği biçimde kamuoyuna sunabilse ve her fırsatta da gündeme getirse, sonuç yargı erki açısından elbette çok daha verimli ve kazançlı olacaktır... Danıştay Başkanı, yargı kararlarına karşı yapılan kimi eleştirilerin dozunun kaçtığından bahsetti ama; yargı kararlarının niçin bu kadar eleştiri konusu olduğuna ise hiç değinmedi. Yine mesela verilen kararların neredeyse yüzde doksanının temyiz mercilerinde bozulduğunu, bu durumun vehametini hiç işlemedi. Geçmişte bir çok yüksek yargı organı başkanı, yargının bağımsızlığı konusundaki endişelerini çarpıcı ifadelerle dile getirmişti. Devletin temel erklerinden biri olan yargı mensuplarının, yargı sürecinde karar verirken, adaletin tecellisi için göstermeleri gereken doğruluk, hassasiyet, yeterince tahkikat ve diğer kriterleri, dışa dönük beynalarında da dikkatle uygulamaları gerekir. Bu durum hem yargı mensuplarının, hem de kurumlarının saygınlığını arttırır, yargı mercilerine olan güveni pekiştirir. Türkiye Cumhuriyeti devletinin temel niteliklerinden biri de, hukuk devleti olmasıdır. Hukuk devletinin işleyişinde yargı erkinin müstesna yerini gzöden kaçırmamak gerekir. Bu konuda en fazla sorumluluk taşıyan kişiler de elbette yargı mensuplarıdır. Yani yargı mensupları, laiklik ilkesi kadar, hukuk devleti ilkesini ve demokrasiyi de korumak ve kollamak durumundadır. Demokrasiye ve hukuk devleti ilkesine yönelen tehlikeler karşısında, acaba yeterli hassasiyet gösteriliyor mu? Bu sorunun cevabını siz değerli okuyucularıma bırakıyorum!..

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.