Yukarıdaki soru bir bakıma anlamsız değil midir? Yani usulü, esası belli olan ve şimdiye kadar kerrat ile tekrarlanan bir seçimin üzerinde tartışma olur mu? Normalde olmaması gerekir... Fakat son derece gariptir, bizim ülkemizde bu tartışmaların sonu hiç gelmez!.. Cumhurbaşkanlığı seçiminin nasıl olacağı 1982 Anayasasının 101 ve 102. maddelerinde, teferruatlı şekilde düzenlenmiştir. Bu seçimi yapma yetki ve görevi açık ve kesin ve tartışmasız bir şekilde Türkiye Büyük Millet Meclisi'ne verilmiştir. Ama hangi akla hizmetse, bazıları bu görevi değişik biçimde üstlenmeye kalkışıyor. Kimileri, aday olması muhtemel kişi veya kişileri Çankaya'ya çıkarmamak için barikat kurmak(!)tan dem vururken, kimileri de; bu seçimde herhangi bir yetki ve sorumluluğu olmayan kurumları işin içine karıştırmak için garip yollara başvuruyor... Bir taraftan bunlar olurken, diğer yandan da bir kısım medya Çankaya için "kavga" ve "kriz" senaryolarını gündeme sokmaya çalışıyor! Şimdiye kadar normal zeminlerde etkili bir politika ortaya koyamayan muhalefet partileri de; bu ortamdan faydalanarak iktidarı zorlamaya çalışıyor. Ayağı yere basmayan iddialarla, sonucu etkilemeye yelteniyorlar ama nafile. En fazla dillendirilen iddia şu; TBMM'nin bugünkü yapısı, Cumhurbaşkanını seçecek kadar geniş bir halk desteğine dayanmıyormuş, onun için de seçimi bu Meclis yapmamalıymış!.. Bu, düpedüz Meclis'e ve demokrasiye hakaret ve saygısızlıktır. Ciddiye alınacak bir tarafı yoktur. Bu Meclis, yasama organı olarak Anayasada belirtilen bütün görevleri yerine getiriyor da; neden 101 ve 102. maddedeki görevi yerine getirmesin? Şu çoğunluk ve geniş taban meselesine bir bakalım. Bu iddia ilk defa dile getirilmiyor. 1989'da merhum Turgut Özal'ı engellemek için de bazılarınca seslendirilmişti. Ama Özal bal gibi seçilmişti. Sonunda herkes de alışmıştı... 1987 seçimlerinde yüzde 36 oy almış olan ANAP'ın seçtiği Turgut Özal'ı Çankaya'dan indirmek için o dönemde atraksiyonlara girişen Sayın Demirel, onun ölümü üzerine 1993'te Çankaya'ya çıkarken, sadece yüzde 27 gibi bir çoğunluğa dayanıyordu... Nereden nereye! 2000 yılında Sayın Necdet Sezer'i seçen parlamenterler ise; 2002 seçimlerinde halk tarafından neredeyse tamamen silindiler. Sezer'in seçimine katılan milletvekillerinden sadece 51 tanesi tekrar seçilebildi. Peki kimse hali hazırdaki Cumhurbaşkanın meşruiyetini yitirdiğine, yani arkasındaki halk desteğini filan kaybettiğine dair bir iddiayı ortaya attı mı? Böyle bir iddia ileri sürülmüş olsa bile, bir sonuç doğurması mümkün olabilir miydi? Şu halde hayalet taşlamayı bırakalım. Cumhurbaşkanlığı seçimi elbette bu Meclis tarafından hiçbir kuşkuya yer kalmadan yapılabilir ve yapılacaktır da... Cumhurbaşkanını ne Emekli Subaylar Derneği, ne Kanaryasevenler Derneği, ne Barolar Birliği, ne Mimarlar Odası ne de bir başkası seçmeyecektir. Kimse kendisini boşuna yormasın. Bu görev TBMM'nindir. Bir başka kurum veya kuruluşun bu seçimde yetkisi yoktur ve olamaz. Siyaseten bağırıp çağırmalar olabilir tabii. Ama adı üstünde bunlar siyasetendir ve sonuca doğrudan etkili olmaz. Geçmişte Meclis'in iradesini etkilemek için Meclis'in üzerinden jetler uçuruldu, tanklar yürütüldü ama; sonuç gene onların istediği gibi tecelli etmedi. Bunu unutmayalım. O günler artık çook geride kaldı. Şimdi bambaşka bir dünyada yaşıyoruz.. Onun için endişeye mahal yoktur. Ne kadar çok anket yapılırsa yapılsın, bu anketlerdeki sonuçlar ne olursa olsun; kararı Millet Meclisi verecektir. Yani işin başı da sonu da demokrasi ve hukuk devletidir. Fikri tartışmaya evet, ama dayatmalara hayır!.. Türk milleti yeteri kadar demokrasi tecrübesine artık sahiptir. Cumhurbaşkanlarının seçimi konusunda, bugüne kadar yaşanan acı-tatlı olayların bütününden doğan bir gelenek de oluşmuştur. Öküzün altında buzağı aramaya da, Amerika'yı yeniden keşfetmeye de gerek yoktur!..