Bu toplum, nesiller boyunca kendisine sunulan bilgileri; doğruluk derecesini hemen hiç araştırmadan kabul etti!.. "Gazete yazdıysa doğrudur..." yahut "ajans söylediyse yalan değildir..." gibi rasyonel olmayan kabullerle; insanlarımızın büyük ekseriyeti, kulağına çalınan yalan-yanlış, eksik-gedik veya kasıtlı olarak saptırılmış haberlerle kolayca yönlendirilebildi. Hiç farkına varmadan, siyasi ve ideolojik propagandalara alet edildi! "Toplum mühendisliği" projeleriyle, "psikolojik harekât"la topluma istenilen şekil verilebildi... Vatandaş, zaman zaman aklına takılan bazı soruları da; (vardır bir hikmeti) veya (devletin işi bu, bir bildiği vardır muhakkak...) türünden sanal cevaplarla kendince aydınlatmış oluyordu ve dolayısıyla fazla kurcalama zahmetine girmiyordu. Açıkçası, ne birey ne de toplum olarak; hayati konuları sorgulama alışkanlığımız gelişmemişti... Ara sıra aykırı düşünen birileri ortaya çıktığında ise; "Fitne çıkarma, sen devletten daha iyi mi biliyorsun!" şeklinde tepki gösteriliyordu. Devlete atfedilen kutsallık ve dokunulmazlık, insanları da beraberinde kötü bir kolaycılık ve teslimiyetçilik iklimine sürüklemişti. Devlet mefhumunun tam ve doğru olarak kavranamamış olması, fert ve cemiyetin siyasi ve içtimai şuurunun yükselmesini menfi yönde etkilediği için kolektif bilinç prematüre kalmıştı!.. Bu yüzden de, on yıllarca ülkeyi çok derinden etkileyen hadiseler üzerinde, sokaktaki insanlarımız pek kafa yormadı. Çünkü onlara göre, bu hadiseler hep "hikmet-i hükümet" kabilinden işlerdi ve zaten birileri bu konuda gerekeni yapıyordu... Kahve kültürü çerçevesinde siyaset konuşmak; mesela hükümet kurup-yıkmak, hastalık derecesinde bir alışkanlık olmakla birlikte, insanlarımızda ciddi konular üzerinde fikir yürütecek heves ve mecal yoktu. Bu alanda özel bir sorumluluğu olması gereken "aydınlar" da, kendilerinden beklenen fonksiyonu ne yazık ki, ifa edememişlerdi. Çünkü onların da ekseriyeti ya ülkeyi tanımıyordu veya aldığı eğitimin eseri olarak, halkın duygu ve düşüncelerinden fazlasıyla uzak, çoğu kere ütopik dünyada yaşıyorlardı... Bütün bunların sonucu olarak, toplumsal uyanışımız geciktikçe gecikti. Hâlâ daha, hakiki bir uyanıştan bahsetmek de mümkün değil. Fakat her şeye rağmen bazı olumlu sinyaller var. Toplumun eğitim seviyesi yükseldikçe, kentleşme ve orta sınıflaşma arttıkça; insanların bilgiyi irdeleme, doğruları araştırıp bulma alışkanlık ve becerisi de gelişiyor. Onun içindir ki, günümüzde olayların gerçek yüzünü anlama noktasında bir gayret göze çarpıyor. Bu gayret sonucunda da, şimdiye kadar hiç bilmediğimiz, duymadığımız şeyler öğrenebiliyoruz. Çok fazla geriye gitmeye lüzum yok... 20'nci asrın ikinci yarısından bu tarafa bakmamız yeterli. Hayati derecede mühim pek çok hadisenin gerçek mahiyetini, ancak yıllar sonra anlayabildik! Ama şimdi öyle değil. Bakıyorsunuz ki, olayların daha dumanı tüterken, perde gerisi de ifşa edilebiliyor veya kendiliğinden faş olabiliyor... Buna çok ama çok ihtiyacımız var. Zira demokrasinin gelişmesi ve kökleşmesi, ancak şeffaflık ve açıklığın artmasıyla mümkün... Unutmayalım: Koca Sovyet İmparatorluğunun bir tek kurşun atılmadan ve hiç kan dökülmeden; komünizm belasından kurtulabilmesi, "Glasnost=Açıklık" politikası ile mümkün olmuştu!.. Kapalı kapılar ardında; toplumu hizaya getirme planlarının devri geçmiştir... Bize açıklık ve şeffaflık lazım. Bunu hatırdan çıkarmayalım!