Bizim memleketimizde meseleler, hep bıçak kemiğe dayanınca tartışılmaya başlanır. Bazen o kadar gecikmeli olur ki, neredeyse iş işten geçmiş olur... Su konusunda da aynı durum yaşanıyor. Yıllardan beri geliyorum diyen su sıkıntısı; Ankara'da yaşanan birkaç günlük su kesintisi ile birlikte, ancak medyada yoğun şekilde ele alındı. Ne var ki, bu ele alma işi de doğru dürüst yapılmıyor. Haberlerin büyük kısmı, yine magazin, polemik ve siyasi saptırmalardan ibaret. Su sıkıntısının esas sebeplerine ve başvurulması gereken çarelere eğilmek yerine; bidon satışlarındaki patlama, su tankerleri ile ilgili spekülasyon, Muş'tan Ankara'ya bidonla su getirme vb. sulandırılmış şeyler!.. Konuyu bir başka açıdan fırsat olarak değerlendirenler de, Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı Sayın Melih Gökçek'e yüklenmeye çalışıyor. Durumdan vazife çıkaran bazı kalemşorlar da, AK Parti'ye oy veren vatandaşları "bidon kafalı" vs. ilan etme küstahlığında bulunuyor. Bu duruma Süleyman Dermirel'in üslubu ile yaklaşmak gerekirse; "Ankara barajlarında su vardı da, Melih Gökçek mi hepsini içti!.." diye sorulabilir. Ankara Belediye Başkanı Melih Gökçek, 2020 yılı için planlanmış olan; yani on üç yıl sonraki Kızılırmak projesini, Kasım ayında tamamlamak için çırpınıyor. Diğer taraftan da, aylardan beri, su sıkıntısı konusunda Ankaralıları uyarmaya çalışıyordu. Acaba Ankara sakinleri, Gökçek'in suyu dikkatli kullanma yolundaki uyarılarına ne derece kulak verdi? Bu konuda özeleştiri yapan var mı? Ama eleştirmek kolay... Ne de olsa Ankara'da üç beş gün sular kesildi. Vurun Melih Gökçek'e! İşte böyle olunca da, meselenin esası gözden kaçıyor. Ankara'daki su sıkıntısında Melih Gökçek'in kusurunu da irdeleyelim ama; konuyu yüzeysel olarak değil, esaslı şekilde ele alalım. Acaba bir tek kusurlu olan Melih Gökçek mi? Sadece Ankara Büyükşehir Belediyesini değil, bütün Türkiye'yi çaresiz bırakan bir mücbir sebep varsa ne demeli?! İnsanlar yeni yeni su kıtlığının farkına vardı ya; artık her gün bir yerdeki kuraklığa gözler çevriliyor. Ohoo bu da varmış, şu da olmuş gibi, şaşkınlık nidaları ile, bir yerde yıllarca süren gafletin itirafı yapılıyor... Samsun'daki Ladik Gölü de kurumuş. Göldeki su seviyesi altı buçuk metreden bir metreye düşmüş. Göldeki balıklar toplu halde ölüyormuş... Köylüler, kendilerine uzanan mikrofonlardan veryansın ediyor. Hedef siyasiler. İyi de kardeşim, gölün suyunu tüketen çiftçi olarak senin hiç mi kabahatin yok?! Kuruyan göl bir tek Ladik mi? Alın mesela, Kırşehir'deki Seyfe Gölü'nü. Mesela Konya'daki Beyşehir Gölü'nü... Hani Nasreddin Hoca şenliklerinde, maya çalınacak göl suyu bulunamamıştı ya! Bu arada Murat nehri de kurumuş. Her sene bu mevsimde, Murat suyunda yüzen çocuklar, bu defa nehrin yatağında top oynuyor! Görülüyor ki, mesele çok ciddi. Su konusunda, durum giderek vahimleşiyor. Ama medya hâlâ konuyu magazinleştiriyor. Konya'da, su konusunda düzenlenen bir toplantıda, hangi yerel yöneticinin veya mülki amirin uyukladığını fotoğraflarla yansıtmaya çalışıyor... Su konusunda, sadece belediyelerin, valiliklerin, Devlet Su İşlerinin çalışması, toplantı yapması yetmez. Bu mesele milli ve hayati meseledir. Top yekun milletçe buna eğilmek zorundayız. Su konusunda; ülke geneli için yeniden, köklü bir hukuki düzenleme yapılmalıdır. Su kaynaklarının korunması ve geliştirilmesi için, günün şartlarına cevap verecek tarzda tedbirler alınmalıdır. Çevre standartları, sanayi atıklarının durumu, arıtma tesisleri vs. belediye ve il bazında dağınık, yetersiz ve çelişkili mevzuat hükümleri ile değil, ülke çapında ve sürdürülebilir kalkınmayı sağlayacak şekilde baştan aşağı tanzim etmelidir. Bunun için de çok geniş bir hukuki çalışmaya ihtiyaç vardır. Bu konudaki bürokratik düzenleme de, hükümet seviyesinden başlatılarak en alt kademelere kadar yeniden şekillendirilmelidir. Su konusunda, tedbir almakta daha fazla gecikirsek; telafisi imkansız durumlarla yüz yüze gelebiliriz. Bugüne kadar hep "Damlaya damlaya göl olur", sözünü işittik. Ama göl ve nehir yataklarında kuruyan damlalara bakıp, pekala damlaya damlaya çöl de olabileceğini anlamalıyız!..