Mahalli seçimler dolayısıyla, Kıbrıs konusunda son haftada meydana gelen önemli değişiklik ve gelişmeler ikinci plana düşmüştü. Ama artık öyle olmayacak. 20 Nisan'a kadar öyle anlaşılıyor ki, Kıbrıs'la yatıp Kıbrıs'la kalkacağız. Bu satırların yazıldığı sırada BM Genel Sekreteri Kofi Annan, kendi ismiyle anılan planın dördüncü versiyonuna son şekli vermek için son hazırlıkları tamamlıyordu. Bu cümleden olarak Başbakan Tayyip Erdoğan ile bu safhada son kez görüşme yapıyordu. Son günlerde bahis konusu plana dair pek çok haber ve yorum medyada yer aldı. Ancak bu haber ve yorumların büyük bir kısmı spekülasyona dayalı idi. Pek az bir kısmı da, gayri resmi olarak bazı yetkililerden alınan bilgilere matuf. Dolayısıyla, taraflarca referanduma sunulmak üzere, Annan'ın kendi eliyle son şeklini vereceği plan resmen deklare edilmeden, tam manasıyla ne olup bittiğini bilemeyeceğiz... Ancak sağdan soldan sızan bilgilere ve yapılan açıklamalara bakılırsa, Annan Planının yeni şeklinde Türk tarafının itiraz ve talepleri önemli ölçüde dikkate alınmış görünüyor. Kırmızı çizgi veya olmazsa olmazlar diye adlandırılan bu hususların belki de ilk defa taleplerimize en fazla yaklaşan bir ölçüde yer verildiğini söylemek mümkün. Kuzey'e dönecek Rum göçmen sayısından tutun da, Rumların Türk bölgesinde mal mülk edinmeleri, Adada kalacak Türk askeri sayısı gibi önemli konular tam istediğimiz gibi olmasa da, (Ki, bunun olması zaten mümkün değil...) makul ölçüde plana dercedilmiş bulunuyor. Ancak Sayın Denktaş hiçbir şekilde ikna olmuş görünmüyor. Son iki gündeki konuşmalarının muhtevası biraz yumuşamıştı. Fakat dün yine bilinen çıkışlarından birini daha yaptı ve AB'nin genişlemeden sorumlu komiseri Verheugen'i Nazi generallerine benzetti. Daha önce de, buna benzer ağır ifadeler kullanmıştı... Doğrusunu isterseniz Denktaş'ın monolog haline gelen bu kabil konuşmalarını dinlerken insanı sıkıntı basıyor! Acaba Sayın Denktaş bu tavrı ile nereye varmak istiyor? Bu kadar sert bir üslubun altında yatan şey sadece vatan sevgisi mi? Denktaş'ın ve danışmanlarının gördüğünü Türkiye Cumhuriyeti'nin diplomatları ve yöneticileri görmüyor mu? Rumların kopardığı gürültüyü, bir an için onların bilinen çığırtkan üslubuna verelim, peki Rumları böylesine bağırtan değişikliklerin hiç mi anlamı yok? Denktaş'a bakılırsa yok!.. O hâlâ sürecin başlangıcındaki uzlaşmaz pozisyonunu muhafaza ediyor. Ama herhalde kısa zaman sonra, Şubat ayı başlarında bugün itibariyle gelinen noktaları öngöremediğini kendisi de kabul edecektir. Birbuçuk sene boyunca bu plana dair hiçbir şey yapmadan bekleyen Sayın Denktaş'ın, bugün kalkıp zaman darlığından ve sıkışıklıktan bahsetmesi asla mazeret teşkil etmez. Etmeyeceğini en iyi bilecek olan da yine kendisi. Son olarak, Rauf Denktaş, aksi yöndeki bütün telkinlere rağmen İsviçre'ye gitmeyerek sürecin akışını Türk tarafı açısından sıkıntıya soktu. Böylece ta başından beri çizdiği olumsuz tabloyu kendi hesabına perçinlemiş oldu. Ancak yukarıda belirttiğimiz gibi, Denktaş ve danışmanları, uluslararası konjonktürü doğru okuyamadıkları için, geçmişte kendilerince başarı olarak kabul ettikleri çözümsüzlüğe oynama taktikleri bu defa beklenen sonucu vermedi. Süreç yürüyor... Sonuç olarak, yapılacak anlaşmanın Avrupa Birliği Hukuku'nun bir parçası olarak kabul edilmesi hariç, şu ana kadar kaydedilen gelişmeler ilk defa Türk tarafı hesabına bu derece müsbet olarak sağlanan kazançlardır. Bu tarihi fırsatı herkes iyi değerlendirmek zorundadır.