AK Parti iktidarının Türk Dış Politikasında meydana getirdiği değişimin sonuçları teker teker alınıyor. Bunun ilk işareti ABD ile olan tezkere görüşmelerinde verilmişti. Fakat bazıları bu değişimi bir türlü kabul etme niyetinde değil. Öyle ki, Bush'un biraz da Yaşar Yakış ve Ali Babacan'a iltifat olsun diye anlattığı "Teksaslının at pazarlığı" bile, bu muhalif kesim tarafından tersine çevrilerek şöyle sunulmuştu; "Dış politikayı at pazarlığı zihniyetiyle yürütüyorlar..." Geçen zaman zarfında işin hakikati ortaya çıktığı halde, bugün bile bu çarpık at pazarlığı argümanının kullanıldığına şahit oluyoruz. Ne var ki, değişim kendi mecrasında ilerliyor! Buna bir başka delil olarak da AB ile olan münasebetlerin takip ettiği seyri göstermek mümkün. Hele yıl sonunda müzakere tarihinin alınması gerçekleştiği takdirde, neyin veya kimlerin ne kadar değiştiğini daha açık olarak anlayabileceğiz. Buna da fazla bir şey kalmadı. Ancak bu değişimi anlayamayan, algılayamayan veya kabul etmek istemeyenlerin direnişlerini, karşı tavırlarını iyi okumak gerekiyor... Çok değil, daha birbuçuk-iki yıl önce, Tayyip Erdoğan'ın "Ben değiştim..." beyanlarını ve siyasete getirmek istediği yeni ve değişik üslubu alaya alanlar; söylenenleri, manasını hiçbir zaman tam olarak bilmedikleri bir kavramla, yani "TAKIYYE" ile yorumlamaya çalışanlar, bunun da ötesinde, iktidar olmaya aday bir partinin genel başkanı olduğu halde, Sayın Erdoğan'ı yalnızca ön ismiyle anarak , "TAYYİP" şeklinde gazete başlıklarına çıkararak küçümsemeye çalışanların bir kısmı, mecburen değişime doğru yelkenleri açtı. Her fırsatta AK Parti Yönetiminin acemiliğinden, yetersizliğinden ve bunların menfaatlerimizi koruyamayacağından, ülkeyi uçuruma sürükleyeceklerinden dem vuran köşe yazılarını, ekran yorumlarını unutmuş olamazsınız!.. İşte, bunların bazısı, yakın geçmişte yazdıklarını hiç hatırlamak istemeden yepyeni bir yaklaşımla, hatta bazen "yalakalık" olarak anlaşılabilecek tarzda kişisel ve kurumsal yakınlık kurma yarışında... Bazısı da, her fırsatta ihtirazi kayıtları olduğunu hatırlatarak, bazen tereddütle, bazen istemeye istemeye hükümetin iyi ve başarılı işlerini itiraf etmek zorunda kalıyor... İster iktidar gücünün yansımaları deyin, ister menfaat tarlasında otlanma deyin, ne derseniz deyin, değişim rüzgarları böylelerinin önemli bir bölümünü de etkilemiş bulunuyor! Zira ilk defa Türk tarafının bir dış politika meselesine ağırlığını koyarak sonuç almış olması onları da hak teslimine zorlamış oluyor. Son Kıbrıs görüşmeleri sonrasında yazılan yazılara ve yapılan televizyon konuşmalarına bu açıdan bakılırsa, bahsettiğimiz değişimi daha net biçimde tesbit etmek kolaylaşır. Diğer yandan hâlâ daha değişime direnenlerin rijit tavırları, uçuk-kaçık fikirleri, "marjinal" konumuna gelmiş olsa da mevcudiyetini sürdürüyor. Ve bunlar özellikle medyanın iktidar partisine ve hükümete fazla prim vermesinden çok mustarip! Onlara göre, sırf kendi ekonomik zaruretlerinden dolayı böyle bir yola başvuran medya, gerçekleri halkın gözünden kaçırıyor, saklıyor. Yani anlayacağınız, "Kıbrıs'ın satılması" kamufle ediliyor, gizleniyor... Evet, bu görüşleri Denktaş bayrağı altında seslendirmeye devam edenler bakalım ne zaman değişimi kabullenecek? Bir kısmı iflah olmaz görünse de, bazıları herhalde referandum sonucunda gerçekleri kabullenmek zorunda kalır. Yani bir yirmi güne daha ihtiyaçları var. Değişim onları da değiştirecek... Ama yine de bazıları hiç değişmeyecek!