Deprem gerçeği, işte böyle…

A -
A +

Türkiye çeyrek yüz yıl önce, 1999 Gölcük Depremiyle sarsılmıştı. 7,4’lük sarsıntı büyük yıkım meydana getirdi, binlerce vatandaşımız hayatını kaybetti. O gün bugün İstanbul depremini konuşuyoruz…

 

 

 

 

 

1999 depreminden sonra dönemin Kandilli Rasathanesi Müdürü Prof. Ahmet Mete Işıkara, “Artık deprem gerçeği ile yaşamayı öğrenmeye mecburuz…” demişti. Gelgelelim merhum Işıkara’nın işaret ettiği o yalın gerçekle yaşamayı öğrenmek ne kadar tecelli etti? Tabiatıyla Japon halkının depremle yaşamayı öğrendiği ve özümsediği kadar bir bilinç beklemiyoruz!.. Gerçekçi olmak lazım. Ne kadar bilinçli ve soğukkanlı olursak olalım, deprem sarsıntısının büyüğü veya küçüğü, bizleri gayriihtiyari telaşa sürüklüyor. Lakin bazılarımızı biraz daha fazla tedirgin ediyor. Bazılarımızı da doğrudan doğruya paniğe sevk ediyor. Dünkü 6,2’lik sarsıntıda, onlarca vatandaşımız o panik havası içinde kimi yüksek yerden atlayarak, kimileri de şaşkınlıkla sağa sola çarparak yaralandı. Çok şükür ki, bunlar arasında hayatını kaybeden olmadı. Allahü teala beterinden saklasın. Daha iki yıl önce, 6 Şubat 2023 Kahramanmaraş depremleri (7,6 ve 7,4) on üç vilayetimizi büyük yıkıma uğrattı ve ne yazık ki, elli bin küsur insanımız hayatını kaybetti. Çetin kış şartları, o büyük felaketin akabinde hayatı zorlaştıran çok ciddi yan etkiler yaptı. Dolayısıyla sıkıntılar had safhaya çıktı. Devletimiz, bütün imkân ve kabiliyetlerini seferber ederek yaraları sarmaya çalışıyor.

 

1999 Gölcük depreminden bu yana, muhtemel bir İstanbul depremi konuşuluyor. O kadar yoğun şekilde konuşuluyor ki, bilim adamlarının anlatımından ister istemez vatandaşlarımız çok etkileniyor ve korkuya da kapılıyor. Bu yüzden, yurdun her yerinde zaman zaman meydana gelen hafif şiddetteki sarsıntılar bile halkta paniğe sebep oluyor… İstanbul özelinde bu korku ve tedirginlik kat kat fazla. Dünkü 6,2’lik sarsıntı, bu şekilde bir ilave korku ve heyecan uyandırdı. Resmî tatil olması ve havanın da elverişli olması, insanlarımıza gün boyu açık havada, nispeten rahat bir şekilde korku ve heyecanını giderecek imkânı verdi. Tabii en sevindirici durum can kaybının yaşanmamış olması. Keza AFAD yetkililerinin verdiği bilgiye göre herhangi bir yıkım da meydana gelmedi. Hepimize geçmiş olsun… Hayat devam ediyor. Deprem esnasında ne kadar tedirgin olup heyecanlansak da, bir müddet sonra mecburen normalleşmeye dönüyoruz. Bu eşyanın tabiatındandır. Normalleşmekle birlikte deprem gerçeğini kulak ardı etmememiz lazım elbet. İstanbul’da yetkililerin açıklamasına göre en az 600 bin riskli bina var. Bu binaların mümkün olan en kısa zaman zarfında, kentsel dönüşümle yenilenip, riskin ortadan kaldırılması lazım. Senede en az yüz bin bina bu şekilde dönüştürülürse demek ki altı yıllık bir zamana ihtiyaç var. Depremin ne zaman geleceği belli değil ve önceden tahmin etmek de mümkün değil. Bu arada korku pompalamak da uygun bir şey değil tabii. Ne yazık ki, yayın organlarının özensizliği ve bazı deprem uzmanlarının ürkütücü üslubu vatandaşı fazla endişelendiriyor. Tamam, halkı bilinçlendirmeye çalışalım ancak lüzumsuz gerilime de meydan vermeyelim. İbn-i Haldun’dan ödünç alarak burada tekrarlayalım. “Coğrafya kaderdir…” Ülkemiz baştan sona fay hatları üzerinde yer alıyor. Uzmanların belirttiğine göre hâlen faal olan beş yüze yakın çeşitli boyutlarda fay var. Bir de henüz keşfedilmeyenler var tabii.

 

Demek oluyor ki, coğrafyamızın avantaj ve dezavantajlarını birlikte değerlendirmek zorundayız. Deprem bakımından bize benzeyen hatta bizden çok daha elverişsiz şartlarda bulunan Japonya gibi ülkelerin yakaladığı başarıyı bizim de hedef almamız şart. Bunu hayata geçirebilirsek, hâlihazırda yaşadığımız korku ve endişeleri geride bırakabiliriz… Velakin bu sahada eksikliklerimiz pek fazla. Bunları ne kadar çabuk aşabilirsek, o derece rahat ederiz. İşin özü budur.

 

Diğer taraftan son yıllarda, deprem ve sair afetlerin zuhurunda, sırf halkı korku ve heyecana sevk etmek için harekete geçen şer odaklarına da bilhassa dikkat etmek gerekiyor. Bunlar sırf vatandaşa ve ülkeye kötülük etmek için çalışan muzır kişiler. Yaptıkları müzevirliklerin asla karşılıksız kalmaması önemli. Afet sırasında ve sonrasında yalan-yanlış tezviratı dolaşıma sokarak, vatandaşların zihnini çelen, moralini bozan soysuzların hak ettiği cezayı görmesi, ibret-i âlem için elzemdir. Yoksa benzeri karanlık ruhlu kişiler de cüret bulup aynı şeyi yapmaya kalkışır. Türkiye son yirmi küsur senede ülkenin çeşitli bölgelerinde meydana gelen deprem felaketleri sonrasında, hakikaten büyük bir gayretle yaraları sarmayı başardı. Son olarak Kahramanmaraş depremlerinin etkilediği illerimizde başlatılan yeniden imar çalışmaları hızla devam ediyor. İki sene içinde iki yüz bini aşkın konut inşa edilerek hak sahiplerine teslim edildi. 2025 sonu itibarıyla bu rakamın 450 bini bulacağı yetkili makamlarca açıklanmış bulunuyor. Bunun bir örneği dünyada yok. Ne var ki, yapılanları ısrarla inkâr etmeyi iş edinen malum çevreler, şeytanın avukatlığını yapmaya devam ediyor. Bunların iflah olması mümkün değil. En iyisi atasözünü hatırlatalım: "İt ürür, kervan yürür…"

 

Türkiye zorluklarla başa çıkabilecek kapasitede güçlü bir ülke. Sadece kendi yurdunda değil, dünyanın dört bir tarafında vuku bulan afetlerde de insanlık icabı üstüne düşeni yapıyor. Ve bu konuda Türkiye örnek bir memlekettir… Millî gelirine göre, felaketzedelere en yüksek oranda yardım yapan Türkiye’dir. Bu da başlı başına bir şeref levhasıdır.

 

 

 

İsmail Kapan'ın önceki yazıları...

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.