Tatil günleri fazla derin mevzulara dalmanın uygun olmadığını düşünenler için, yukarıdaki başlık ilk etapta sıkıcı gelebilir. Ama acele karar vermeyin. Çünkü bu dinlenme gününüzde; öyle derin mevzulara girip sizleri de derin derin düşüncelere sevk etmek gibi bir niyetim yok. Zaten bildiğiniz üzere, benim öyle bazıları gibi olur olmaz "derin"lere dalmak merakım da yoktur. Zira derinlere dalıp çıkamamak durumu, her zaman muhtemeldir ve bu ihtimal beni daima frenler!.. Boşuna dememişler; "Ayağını sıcak tut, başını serin, gönlünü ferah tut düşünme derin..." Diyebilirsiniz ki, derinliği olan enteller, böyle amiyane halk deyişlerine pek kulak vermez. Ama olsun, bu durum derinlere merak salanların meselesi. Biz bilmediğimiz derinlikleri değil, bildiğimiz yüzeyleri ve görünen yüzeysellikleri konuşalım! Derinlere dalma maharetine sahip olmayanların, "....selamet der kenarest-selamet kenardadır" sözü mucibince; bilir bilmez konuya balıklama dalmak yerine; kenarda durup gelişmeleri seyretmesi daha anlamlı ve keyifli olabilir! Hem Pazar günleri, "light yazı" modası hüküm sürmüyor mu? Biz de onu deneyelim... Medyanın son iki haftalık yayınları taranırsa; herhalde ve mutlaka en fazla kullanılan ifadelerden birinin "Derin Devlet" olduğu görülecektir. Bazıları "Derin" kelimesinin yanına, devletten başka isimler de koyuyor ve kendi aklının erdiğince yazıyor da yazıyor!.. Bazıları da yazmayıp sadece konuşuyor. Üstelik bunlar, birtakım derinliklere vakıf olduklarını iddia ederek veya öyle olduğu varsayılanlara dayanarak yazıp konuşuyorlar. Ama aslında bunların tamamı hâlâ yüzeylerde dolaştıklarının farkında değil!.. Şayet gerçekten "Derin" olan birileri, bunları parmağında oynatma niyetinde ise; büyük ihtimalle şu sıralarda bir köşeden bakıp kıs kıs gülüyordur. Nasıl oluyor bu? Diye soranlara birkaç misalle anlatmaya çalışalım: Gazeteci Hrant Dink'in öldürülmesinden hemen sonra, komplo teorilerinden beslenen çok sayıda iddia ortaya atıldı. Daha sonra bazı kamera görüntüsü ve resimler gün yüzüne çıkarıldı. Medyanın büyük kısmı "İşte katil!.." diye manşet attı. Oysa hukuki mevzuata göre, suçu mahkemece sabit görülmüş ve hakkındaki mahkumiyet de kesinleşmemiş olan herkes, en fazla zanlı; yani sanık olabilirdi. Fakat "derin" düşünüp konuşanlar da dahil, hepsi yakalanan zanlıyı derhal "katil" ilan etti. İlk önce yakalanan, yani birinci zanlının yaşı 18'den küçüktü. Basın mevzuatına göre, kimliğinin deşifre edilmemesi; yani isminin sadece baş harflerinin verilmesi ve gözlerine de bant atılması gerekirdi. Şimdi bazılarınız diyecektir ki; "Amma da yaptın ha! Bu kadar büyük bir olay içinde bu kadar küçük ayrıntı ile uğraşılır mı?" Uğraşılır efendim! Çünkü hukuk böyle bir şey. Hâlâ bıyık altından gülenler varsa, acele etmesinler derim. Çünkü işin içinde işler var... Kim sanık, kim katil?!. Birinci zanlının yakalanışında kendilerine büyük pay biçen ve olayı bütün derinlikleriyle "saptadıkları"nı zanneden medya mensuplarının; önceki günden itibaren uç veren ve kendilerini daha derin düşünmeye sevk edecek gelişmelerden sonra, ne dediğini düşünürsünüz? Evet! Tahmin ettiğiniz gibi, onlar yine zeytinyağı gibi su yüzüne çıkıp; daha önce "azmettirici" olarak yakalanan ikinci zanlının esas tetikçi olma pozisyonunu da kendilerinin tespit ettiğini söylüyorlar!.. Ama doğru söylemiyorlar. Çünkü en azından, kaç tane daha farklı görüntü ihtiva eden kaset bulunduğunu henüz bilmiyorlar. Yarın öbür gün bambaşka görüntüler ve başka başka zanlılar, olayın derinliklerinden yüzeye çıksa ne olacak?! Bugüne kadar yaşananlara bakılırsa; derin olaylar öyle birkaç günde çözülecek cinsten işler değildir. Hatırlayınız, 24 Ocak günü, Gazeteci-Yazar Uğur Mumcu'nun ölümünün 13. yılı dolayısıyla pek çok şey söylendi. 13 yıl boyunca, ayrı ayrı zamanlarda ve çok farklı konseptlerde; sayısız operasyonlar yapıldı ve yine sayısını bilmediğimiz kadar çok zanlı yakalanıp yargılandı. İçlerinden en az yedi kişi olayın esas faili olarak yargılandı ve hüküm de giydi. Ne var ki, Mumcu cinayetinin derin tarafı hiçbir şekilde aydınlatılamadı. Maktulün yakınları da bu olayın aydınlatılacağından ümitlerini kesti... Şimdi hâlâ daha 17 yaşındaki birinci zanlıyı, "katil" sıfatıyla tanımlayıp hüküm verenlere, bir iki soru sormak isterim: Şayet yeni görüntülerle olayın gerçek failinin bu çocuk yaştaki kişi olmadığı ortaya çıkarsa; mesela onun üzerinde ele geçen ve olayda kullanıldığı açıklanan silah, kısa sürede el değiştirmişse, yani azmettirici diye bilinen kişi kullandıktan sonra ona vermişse ne olacak? Bu ilk zanlı, zaman içinde esas fail olma konumundan çıkıp, sadece yardımcı fail durumuna düşerse; bu durumda cerbezeli bir avukat vekaletini üstlenip şöyle bir medya taraması yaparsa... herhalde hatırı sayılır yükte bir tazminat söz konusu olur değil mi? İhtimal yani! Bir ihtimal daha var; acaba basın savcıları harekete geçip küçük yaştaki zanlının kimliğini deşifre eden medya hakkında, herhangi bir işlem yapacak mı? Merak yani!.. Emniyetteki fotoğrafın derin yönlerini de bir başka yazıda ele almak gerekiyor.