Başbakan Tayyip Erdoğan'ın, dış politikadaki yaklaşımları için, zaman zaman dile getirdiği; "Dik duracağız ama dikleşmeyeceğiz..." sözü, çeşitli kesimlerde çok farklı şekilde anlaşılıp yorumlanıyor. Avrupa Birliği'nin çeşitli mekanizmalarından, ikide bir Türkiye'ye dönük tehdit yollu müzakere dondurma, yahut durdurma salvolarına karşı haklı bir çıkıştı. Ancak muhalif siyasiler, Erdoğan ne derse desin; hemen daima ters açıdan baktıkları için, olumlu bir mana ve sonuç çıkarmaları mümkün değil... Nitekim Erkan Mumcu, Erdoğan'ın AB'ye yönelik olarak sarf ettiği yukarıdaki sözü; "Kof bir diklenme..." şeklinde yorumladı. Aynı şekilde Mehmet Ağar da, bunu "kuru kabadayılık yapma" diye niteledi. Oysa her iki siyasi lider de, çok sık olarak hem iç ve hem de dış politika alanında, Erdoğan'ınkine benzer; hatta ondan daha hamasi lafları pekala seslendiriyorlar. Demek ki, hangi köşeden baktığınıza veya kime yakın durduğunuza göre, kelimelerin manası değişiyor... Böyle bir gariplik galiba bizim ülkemize mahsus. Yani salt siyasi görüş farkından ötürü, milli meselelerde dahi objektif tavır gösterememek!.. Siyasi rekabetten ötürü, ülke menfaatlerinin ikinci plana itilmesi vatanseverlik ve milliyetçilikle bağdaşmasa gerek. Sırf Erdoğan ve hükümeti yıpransın, yahut başarısızlığa uğrasın diye, milli meselelerde ulusal dayanışmadan kaçınmak izahı kolay olmayan bir durumdur. Kıbrıs meselesinde, Avrupa Birliği'nin sergilediği ikiyüzlü politikalara karşı; Erdoğan'ın yerine kim olursa aynı tavrı koymayacak mıdır? Ama kimisi bu tavrı kuru kabadayılık, kimi de vatandaştan oy toplamaya dönük bir manevra olarak değerlendiriyor. İşte bu noktada dürüstlük, objektiflik ve samimiyet meselesi ortaya çıkıyor. Türkiye'de siyasetin kalitesini yükseltebilmek için, bu konulardaki açmazların aşılması gerekiyor. Yani doğruya doğru, eğriye eğri diyebilme cesaretinin; parti menfaati veya bireysel siyasi ikbal hesaplarına takılmaması şarttır. İktidarda iken başka, muhalefette iken başka konuşmanın da bir ölçüsü olmalı değil mi? Bu konuda "Dün dündür, bugün bugündür..." mantığını biliyoruz. Gerçi bu mantığın temsilcisi olarak bilinen Sayın Demirel'i şu sıralarda tanımak âdeta imkânsız!.. Zira o, deyişinde dün-bugün farkını; şimdilerde âdeta sabah-öğle-akşam gibi öğün mesabesine indirdi. Demirel niye böyle yapıyor? Yeni bir cephe kurmak için mi? Türkiye'yi yeniden cepheleşmelere götürmek kime ne kazandırır? Geçmişte bu yolu denemiş olan Sayın Demirel, acaba cephecilik siyasetinde kâr-zarar hesabı yaptı mı? Türkiye'de siyasi yumuşama ve diyalog yerine; restleşme ve zıtlaşma; yani sertlik politikalarından yarar beklemek beyhudedir. Yakın siyasi geçmişi doğru dürüst inceleyenler, bunu derhal fark ediyor. Ama bu geçmişi bizzat yaşayan; ülkeyi de pek çok badireye sürükleyen; yahut önüne çıkan badirelerden kurtarmayıp bunalım politikalarının aktörü olanlar isimler, seksenli yaşlarında, sanki hayatlarının baharında imiş gibi, büyük bir hırsla politikaya sımsıkı sarılıyorlar... Bu ne hırstır birader! Hırs-ı piri denen şey böyle bir şey olsa gerek. Yeni oluşum ve cephe kurma faaliyetlerinin muhteris aktörlerine; onların yaşına başına bakınız, geçmişte yaptıklarına bakınız; bir de bugünkü söylediklerine bakınız!.. Her şey o kadar açık ki, aslında herhangi bir yoruma dahi ihtiyaç yok. Onların aktif siyaset dönemleri, bugün karşımıza duvar gibi çıkan meselelerin birikip büyüdükleri yıllardır. Milli dava olan Kıbrıs meselesinde, milli politika diye tanımlanan AB konusunda, on yıllarca ne yapılmıştır? Daha doğrusu neler yapılmamıştır ki, yarım yüzyıldır devam eden bu konularda, hâlâ daha büyük engeller çıkarılabiliyor?!. Bugün Kıbrıs'ın satıldığını iddia edenler, yetki sahibi oldukları dönemlerde hangi çözümü ortaya koyabilmiştir? Mugalata yapmak kolay. Suçlamak kolay. Ama çözüm bulmak, hatta çözüm için inisiyatif kullanmak o kadar kolay değil... Bugün Erdoğan ve ekibini itham etmeye çalışanlar, kilitlenmiş olan Kıbrıs politikasının onlar tarafından kullanılan inisiyatifle bir parça açıldığını ve yeni bir mecraya girdiğini hiç kabul etmek istemiyorlar. Aynı şekilde verdiği sözleri unutup, Rumlarla birlikte Türkiye'yi köşeye sıkıştırmaya yeltenen AB'ye karşı, sırf muhalefet yapmak uğruna, çok telaffuz ettikleri o milli duruşu göstermekten kaçınıyorlar. AB'nin restini görmek yerine, iktidara karşı dikleşmeyi daha kolay ve faydacı görüyorlar galiba!..