Yazının başlığına bakıp da; "Diplomalı cahillik nasıl oluyor?" diye soracaklara hemen Nevizade'nin şu beytini hatırlatmak isterim: "Cehlin bu kadarı sehl olmaz/Kespsiz ta bu kadar cehl olmaz." Yani, (Bu kadar cahillik kolay bir şey değildir. Tahsil yapmadan 'eğitim görmeden', bu derece cehalet mümkün olmaz...) diyor. "Cahil" diye bellenen insanların, olur olmaz her alanda fikir yumurtlamaları, çok fazla yadırganmaz. Neticede, "cahil cesur olur..." fehvasınca, onların mazur olduğu kabul edilir. Peki çok sayıda diploması ve etiketi olanlara ne demeli?!. Bunlar üstelik kendi uzmanlık alanlarına giren konularda öylesine kıskançtırlar ki... Kimseyi bırakın konuşturmak, oralara yaklaştırmak dahi istemezler. Ama ne gariptir ki, yine bu kişiler; hiç anlamadıkları sahalarda alabildiğine ve ölçüsüzce konuşup dururlar. Şimdilerde baş örtüsü ile ilgili hukuki tartışmalar sürüyor ya; herkes hukukçu kesildi! Özellikle bazı tıp profesörleri ve yerbilimciler... Geçen gün baktım, rektörlükten atılmış olan bir tıpçı profesör, takır takır anayasa yorumu yapıyordu. Hem de bilimsel bir eda içinde... Yazdığı bir tıp kitabı hakkında, "bilimsel aşırma" davası açılmış olan bu sayın profesöre; laiklik ilkesinin hangi tarihte ve nasıl anayasaya hüküm olarak girdiğini sorsanız, zinhar bilemez. 1924 Anayasasının 2'nci maddesinin ilk haliyle şöyle olduğunu; "Türkiye devletinin dini din-i İslamdır; resmi dili Türkçe'dir, makarrı Ankara şehridir." 1928'de aynı maddenin "Türkiye Devletinin resmi dili Türkçe'dir; makarrı Ankara şehridir" şeklinde değiştirildiğini ve 1937 yılında bu maddenin; "Türkiye Devleti cumhuriyetçi, milliyetçi, halkçı, devletçi, laik ve inkılapçıdır. Resmi dili Türkçe'dir. Makarrı Ankara şehridir" biçimine dönüştürüldüğünü muhtemelen hiç bilmez. Bilse de bunun "Parti-devlet bütünleşmesi" formülü ile, parti ilkelerini devlet ilkeleri haline getirme sonucu olduğunu bilmez!.. Parti-devlet bütünleşmesinin hangi ideolojiden kaynaklandığını bilir mi acaba? Ama aynı sayın Prof., oturduğu yerden fütursuzca ahkam kesiyor. Tıpkı halen rektörlük görevini yürüten ve ikide bir absürd açıklamalar yapan bir diğer tıp profesörü gibi... Bunlar anayasanın değiştirilemez maddelerinden bahsediyorlar ya: 1961 Anayasasında, sadece devlet şeklinin Cumhuriyet olduğu maddesinin değişmez ve değiştirilemez hüküm olarak yer aldığını ya bilmiyorlar ya da unutuyorlar, bu arada 1960'da ve 1980'de; anayasanın nasıl tümden rafa kaldırıldığını hiç ama hiç hesaba katmıyorlar. Onun için de ikide bir, askere davetiye çıkarıyorlar!.. "Burası Kasımpaşa Cumhuriyeti değil..." türünden seviyeli(!) konuşmaları ile ünlenen ve halen rektörlük yapan Tıp Profesörüne, Anayasa Hukuku Profesörü Ergun Özbudun televizyondan şöyle cevap verdi: "Anayasadan anlamadığı için böyle konuşması normal..." "Deprem profesörü" diye, şöhret bulmuş olan bir başka profesör de (jeolog); galiba iyiden iyiye yer bilimleri ile sosyal bilimleri karıştırmış durumda. Hukuk konusunda bir müktesebi olmadığı için; doğal olarak "normlar hiyerarşisi" kavramından da tamamen habersiz. Bu yüzden de, İç Hizmet Kanununu, Anayasadan daha üstün bir metin zannediyor!.. Buradan yola çıkarak da şu tuhaf sözü söyleyebiliyor: "Askerler tabii ki, darbe yapar. Çünkü laikliği korumak askerlerin görevi..." Hurra... İşte size, cehaletin son perdesi. Hoş, bu sayın profesörün ilk uçuk beyanı değil. Depremin etkilerini anlatırken, cinsellik terminolojisini kullanarak ilk uçuk - kaçık ifşaatını yapmıştı. Diğer taraftan bu sayın profesörün başka saplantıları da var. Mesela kendi ifadesine göre, bir asker şahıs ile telefonda dahi konuşurken, hazır ol vaziyetine geçermiş. Bu durumunu bilen asker muhatapları da ona "rahat!" komutu verirmiş... Kafanız iyice karıştı değil mi? Neyse, fazla önemli değil. Cahillerin cesaretine verin!..