Türk dış politikasında çok uzun yıllar hüküm süren, "Batıcılık", "Statükoculuk" ve "Dengecilik" özelliği, birçok milli meselede; cesur, aktif ve vizyoner biçimde hareket edilmesini zorlaştırdı... Bu hükmü verirken, belli bir dönemi veya herhangi hükümeti hedef almak gibi bir niyetimiz yok. Ama uzun yıllar boyunca, hep sürüncemede bırakılan, "durumu muhafaza etmek"le yetinilen ve bu sebeple kimi yerde zemin kaybedilen, yahut çıkmaza girilen meselelere dikkat çekmek istiyoruz. Bazen Batı'nın yanında olmak uğruna, Doğu'daki avantajları kaybetmek; bazen mevcudu muhafaza edeyim derken, başka kayıplara uğramak vs. Bunlar için tek tek örnek vermeye gerek yok. Zaten on yıllardır gündemde olan meşhur konuları herkes biliyor. İçinde bulunduğumuz dönemde, dünya siyaset dengelerinde çok derin değişimler yaşanıyor ve bu durum devam edecek. Dünya siyaset dengeleri yeniden kurulurken, Türkiye tarihî mirasıyla ve jeostratejik konumuyla; âdeta gelişmelerin tam orta yerinde bulunuyor. Bu tesbiti, (Türkiye'nin rolünü abartmak) şeklinde değerlendirenler de olabilir. Ama etrafımıza şöyle bir baktığımızda, gerçekten önümüzde büyük fırsatlar bulunduğunu ve şayet süreci iyi yönetebilirsek, bir asır aradan sonra yeniden sınıf atlayabileceğimizi görebiliriz. Lakin bu her şeyden evvel özgüven meselesi!.. Zira dünyanın en kritik bölgelerine ve en çetin meselelerine, taraf ve müdahil olan irili ufaklı bütün ülkelerin bir biçimde yolları Türkiye ile kesişiyor... Arap-İsrail ihtilafında da, ABD'nin Irak'ı işgalinde çıkmaza girmesinde de ve İran ile sürtüşmesinde de, Rusya'nın yeniden ilgi alanlarında güçlenmek istemesinde de, Avrupa'nın enerji güvenliği meselesinde de, İran'ın bölgede ve dünyada maruz kaldığı tecrit politikalarında da, Afganistan ve Pakistan coğrafyasındaki kaosta da, gözler hep Türkiye'ye çevriliyor... Türkiye'nin mevcut politikaları dikkatle izleniyor, gelecekte sergilemesi muhtemel tavırları kestirilmeye çalışılıyor. Eğer gerçek gücümüzün farkına varırsak ve bu gücü doğru istikamette kullanabilirsek, Türkiye bugünkünden çok farklı noktalara gelecektir. Esasen son beş altı yılda dış politikamızda önemli atılımlar gerçekleşti. Öncelikle, "Komşularla sıfır problem" yaklaşımı ile, etrafımızdaki husumet çemberinin dostluk iklimine çevrilmesinde büyük katkısı olan Prof. Dr. Ahmet Davutoğlu'nun hakkını teslim etmek gerekir. Başlangıçta bazı kesimlerce hafife alınmaya çalışılan ve kendisine haksız eleştiriler yöneltilen Sayın Davutoğlu, çatlak seslere aldırmayıp işini büyük bir ehliyet ve ciddiyetle yürüttü. Gün geldi, onun yaptıklarının olumlu sonuçlar verdiğini gören fanatik muhalifler, yanılgılarını kabul etme erdemini dahi gösteremediler... Oysa onu küçümseyenler, yıllar yılı kayda değer bir şey ortaya koyabilmiş de değildi! Şurası kesin; son altı senede, Türk dış politikasında kaydedilen önemli başarıların altındaki siyasî imzalar, doğru ve kararlı tutumlarıyla Sayın Gül'e, Sayın Erdoğan'a aittir. Onlara danışmanlık yapan Sayın Davutoğlu'nun ve elbette hariciye teşkilatımızdaki bütün diplomatların yüksek kapasiteleri, gayretleri, vizyon ve tecrübeleri bu başarıyı getirmiştir. Ermenistan Dışişleri Bakanı Edward Nalbantyan'ın dün İstanbul'da verdiği olumlu mesajlar, bu isabetli politikaların bir yansımasıdır.