Bir ülkenin dış politikasını temelde kim belirler? Bazılarınız, (böyle bir soruya gerek var mı) diye yadırgayabilir. Ama Hükümetler ülkelerinin dış politikalarını yürütürken, devletin diğer kurumlarıyla da tam bir mutabakat sağlayabildikleri takdirde; elleri güçlenir, manevra kabiliyetleri artar ve çok daha etkili olabilirler. Bunun tersi durumda, hem içerde hem dışarıda yerli-yersiz tereddütler ve soru işaretleri hasıl olur... Genelkurmay Başkanı Org. Yaşar Büyükanıt'ın Amerika'ya yaptığı resmi seyahat esnasında yaptığı açıklamalar, anlaşılıyor ki yeni tartışma ve spekülasyonlara yol açacak. Nitekim dün, gazetelerin internet sitelerine yansıyan haberler; Dışişleri Bakanı Abdullah Gül'ün Suudi Arabistan'a giderken, basın mensuplarının sorularına verdiği cevapları; Genelkurmay Başkanına bir "uyarı-cevap" şeklinde değerlendiriyordu!.. Bir süreden beri Türkiye'nin gündeminden çıkmış gibi görünen sivil-asker tartışması, böylece tekrar vizyona sokulmuş oluyor. Peki meseleleri bu şekilde saptırmanın memlekete bir faydasının olmadığı, olamayacağı bilinmiyor mu?! Bu durumda esas konu hangisi? Kuzey Irak'taki Kürt yöneticileri ile görüşüp-görüşmeme mi, yoksa içe dönük; özellikle Çankaya meselesine kadar uzanan bir ince strateji mi? Medyanın bu ikinci şıkka ağırlık vereceği aşikâr... Ancak biz meseleyi bu şekilde tırmandırmayı uygun görmediğimiz için; dışarı ile olan kısmı üzerinde duracağız. Barzani ve Talabani ile görüşülmeli mi, görüşülmemeli mi? Merhum Turgut Özal'ın iktidar yıllarına kadar, adı geçen ikili ile doğrudan temas yoktu. Peki bunlar kimlerle temas ediyordu? Amerikan ve İngiliz yetkilileri ile!.. Özal bu durumun yanlışlığını gördü ve "Herkes görüşüyor, biz neden görüşmeyelim..." diyerek yeni bir dönemi başlattı. Karşılıklı diyaloğun devam ettiği bu dönemde, elde edilen yararlar da ortada. Nitekim daha önce MİT Müsteşarı Emre Taner'in Barzani ile yaptığı görüşme (veya görüşmeler)den çıkarılan bazı sonuçların önemi de biliniyor... Peki şimdi durum nedir? Başbakan Erdoğan, "Kuzey Irak'taki bölgesel Kürt Hükümeti ile ilişkileri geliştirecek adımlar atılabilir..." diyor. Buna karşılık, Genelkurmay Başkanı Amerika'ya giderken; "Barzani hasmane tutum içinde. Bu durum devam ettiği sürece görüşmeyiz..." diye açıklama yaptı. Görüşülürse ne olur, görüşülmezse ne olur? Barzani ile, ABD'nin "koordinatör" sıfatıyla atadığı emekli general Ralston vasıtasıyla mı, yoksa doğrudan doğruya temas kurarak mı görüşülmeli? Elbette aracı üzerinden temas kurmak yerine, aracısız görüşmek daha doğrudur. Dışişleri Bakanı Gül de, bu gerçeğe paralel olarak; "yeri geldiğinde bazı uyarıların yüz yüze yapılması gerektiğini" belirtti. Nitekim bölücü terör konusunda, gerekli görüşmeleri yürütmek üzere temsilci olarak atanan E. Org. Edip Başer, daha önce gerekirse Barzani ile görüşebileceğini ifade etmişti. Ancak. Org. Büyükanıt'ın beyanlarından sonra, Başer de; "Barzani kabadayılık yapıyor..." şeklinde bir söylemde bulundu... Acaba Sayın Başer fikir mi değiştirdi? ? Talabani ve Barzani ile niçin görüşülmesin? Irak Cumhurbaşkanı Celal Talabani, komşu ülkelere ziyaretler yapıyor. Fakat Ahmet Necdet Sezer, Talabani'nin Ankara'ya davet edilmesi yönünde, hükümet cenahından gelen telkinlerden rahatsızlık duyduğunu, biraz da garip bir üslupla açıkladı... Acaba Talabani Türkiye'ye gelse mi iyi, gelmese mi iyi? Sezer'in tutumu 1980'ler öncesindeki politikalara dönüşü ifade ediyor. Oysa artık 2000'li yıllardayız ve şartlar o kadar değişti ki!.. Bu gerçekleri, bir önceki Genelkurmay Başkanı Hilmi Özkök; 2005 yılında, 29 Ekimdeki Çankaya Resepsiyonunda çok net şekilde dile getirmişti. Özkök, çok yerinde olarak şöyle diyordu: "Barzani bir aşiret lideriydi. Biz öyle görüyorduk. Ama durum değişti. Bu değişikliği kabul etmemiz gerekiyor. Talabani'yi de öyle görüyorduk. Talabani şimdi Irak Cumhurbaşkanı. Yarın Irak Cumhurbaşkanı olarak Türkiye'yi ziyaret etmek isteyecek. O zaman nasıl davranacağız? Irak'ı tanıyorsak bu değişen şartlara göre hareket edeceğiz..." Evet, her şey gayet açık değil mi? Talabani'nin Irak Cumhurbaşkanı olması, Kürtleri Irak'ın bütünün bir parçası haline getiriyor. Şu halde, o ülkenin bütün kalması için bu bir avantaj değil midir? Bu durumda Talabani'ye destek vermek gerekmez mi? Irak Anayasasında, Özerk Kürt Yönetimi'nin durumu hakkındaki prosedür, henüz kesin olarak bitmediği için Barzani'yi, "Kürt Bölgesi Başkanı" olarak davet etmemek anlaşılabilir ve izahı kabil bir tutumdur. Peki Barzani'yi KDP başkanı olarak davet etmenin veya Erbil'de kendisi ile görüşmenin bir sakıncası var mıdır? Hiçbir sakıncası yoktur. Şimdi tekrar soralım: Talabani ve Barzani ile aracı üzerinden mi, yoksa aracısız ve doğrudan görüşmek mi daha yararlı?