Tartışmalı dizinin senaristi, kendisini savunma babında şöyle diyor: "Bu bir belgesel değil, bir kurgudur..." Adı üstünde kurgu... Yani onu kaleme alan hikâyeyi istediği biçimde kurgular. Yani gerekli gördükçe, asıl hikâyede değişiklikler yapar, daha da ötesinde yeni yeni hikâyeler uydurur. Uydurabilir... Bu uydurma zaten işin gereği, yani kaçınılmaz. Zira her şeyi olduğu gibi perdeye veya ekrana yansıtmak imkânsız. İmkân olsa bile her zaman izleyiciyi enterese etmez. Yani müşteri, pardon seyirci çekmez. Dolayısıyla uydurma, uyarlama, benzetme, abartma-kabartma bu işte, yani bu sinemacılık mesleğinde olmazsa olmaz bir durumdur. Bu kadarını bilmek için ille de senarist-yönetmen olmak şart değil. Bırakın sanata ilgi duyup duymamayı, ilkokul talebeleri dahi artık çizgi filmlerden edindikleri kültürle, pek güzel bilir ve anlar... Bu uzun girizgâhı, son günlerde "Muhteşem Yüzyıl" dizisi etrafında devam eden kimi lüzumlu-lüzumsuz tartışmaların seyri ve mahiyetine bir nebze dokunmak için yaptım. Bizde tarih denilince, hele hele Osmanlı tarihi söz konusu olunca, yalnızca iki mesele öne çıkarılıyor. Biri yapılan savaşlar. Diğeri de 'harem' ve padişahların içki içtiği mevzuu!.. Evet koskoca Osmanlı Cihan Devletinden, o muhteşem medeniyetten kala kala bu iki mesele kalmış oluyor. Ve ne yazık ki, bu konularda uzman geçinen bir kısım akademisyen, tarihçi-araştırmacı (Burada tarihi çarpıtmayan, gerçekleri aktaran, yalan ve tezvirata açık kapı bırakmayan hakiki tarihçi ve ilim adamları elbette müstesnadır. İ.K.) vs. çoğunluğu Batı kaynaklarından, müsteşriklerin görüş ve yorumlarından devşirme anlatımlarla, kitap, tiyatro, film, dizi vb. kanallardan geçmişimizi karalama, kötüleme ve gerçekleri çarpıtma faaliyetlerinde yarışıyor. Cumhuriyetin üç çeyrek asırlık siyasi tarihinde, bu tür faaliyetler belli bir plana, maksada binaen yapıldı. Cumhuriyet anlayışının maya tutması, kökleşmesi için Osmanlıya küfredilmesi gerekiyordu... Evet aynen böyle. İnanmayan Sayın Demirel'in 1999 yılında söylediklerine baksın. Özetle diyordu ki: "Cumhuriyet yerleşmiştir. Artık Osmanlıyı kötülemeye gerek yok..." Ama yalan ve yanlışlarla öyle bir zihniyet de yerleşti ki... Nesiller boyu etkisi devam edecek. Artık at izi, it izine karışmış durumda. Hangisi doğru, hangisi yanlış, hangisi çarpıtma, hangisi saptırma belli değil. Bu konuda en muteber kabul edilen isimler bile, zaman zaman o kadar saçmalıyor ki, anlatılır gibi değil. Velhasıl bilim ve sanat adı altında, Osmanlı Padişahlarına hakaret ve iftira yağdırılıp duruyor. Çok sıkıştıkları vakit de şunları söylüyorlar: "Osmanlıyı tabu haline getirmeyin. Padişahlar da insandı. Üstelik onlar peygamber veya melek değildi...." Tamam kardeşim onlar da insandı. Peygamber olmadıklarına göre onlar da hata edebilir, günah işleyebilir. Ama sırf onlar da insan diye, yapmadıkları şeyleri; işlemedikleri günahları onların sırtına yüklemek hangi aklın ve iz'anın eseridir? Yazık değil mi? Günah değil mi? Bu mu ahlakilik? Bu mu dürüstlük? Bu mu tarihçilik ya da bilim adamlığı? Rant uğruna, reyting uğruna en netameli konuları çıkarıp dizi diye halka sunmak, kafaları karıştırmak, zihinleri bulandırmak... Ondan sonra da, "Zaten bu bir kurgu... Belgesel değil ki!" demek.?Bu?kadar?basit?ve?ucuz mu bu işler? Yalancılar ve onlara yalancı şahitlik yapan sözüm ona uzmanlar, tarih önünde sorumlusunuz!.. Bu dizilerin çirkin izleri, suratlarınızdan silinmez, bilesiniz...