Bugün itibariyle, üzerinde durulması gereken pek çok husus var ve her biri için de aslında müstakil bir yazı yazmak gerekir. Ancak sıcak meseleleri zamana bırakıp soğutmamak için; bu pazar gününde, derin analizlere girmeden, bazı konuları satır başlarıyla özetlemeye çalışacağız... Yargıtay Onursal Başkanı Prof. Sami Selçuk'un çok doğru ifadesiyle; herhangi bir yasa hükmüne dayanmayan, yani "sanal bir yasak" olan başörtü problemini oradan kaldırmak için, anayasanın 10'uncu ve 42'nci maddelerinde yapılan değişiklik, Millet Meclisi'nde çok büyük bir ekseriyetle; (103 ret oyuna karşılık 411 oyla) kabul edildi. Prosedürün bundan sonrası Cumhurbaşkanlığı makamını ilgilendiriyor. Sayın Gül'ün nasıl bir işlem yapacağı (geri çevirme, onaylama veya referanduma götürme) konusunda peşin bir hüküm yürütmek doğru olmaz. Ancak Cumhurbaşkanı, temel haklar konusundaki düzenlemelerin halkoyuna sunulmasının doğru olmayacağı düşüncesinde olduğunu bizzat ifade etmiş bulunmaktadır. Anayasa Mahkemesi'nin, görev ve yetki itibariyle; Anayasa değişikliklerini esastan inceleme hakkı yoktur. Dolaysıyla CHP tarafından konu Yüksek Mahkemeye taşınsa bile, yalnızca şekil yönünden bir incelemenin olması gerekir. Aksi durum yetki aşımı ve yetki gasbı olur!.. Nitekim bugünkü problem de, Anayasa Mahkemesi'nin 1991'de, 2547 sayılı YÖK Kanunu'nun ek 17. maddesi ile ilgili açılan dava dolayısıyla, yaptığı bir yanlış yorumdan kaynaklanmaktadır. Sayın Mahkeme, iptal davasını reddettiği halde; kanun koyucu gibi hareket ederek (AY 153/2'ye aykırı biçimde!..), yeni bir uygulamaya yol açacak yorumda bulunmuştur. Selçuk'un yukarıda belirttiğimiz "sanal yasak" ifadesi de, buradan kaynaklanmaktadır. Zira Ek 17. maddeye göre, zaten bir yasak yoktur. Çünkü buna göre yürürlükteki kanunlara aykırı olmamak kaydıyla yüksek öğrenim kurumlarında kılık kıyafet serbesttir... Ancak fiili olarak yıllardır yürütülen yasak, toplumda giderek büyüyen devamlı bir sıkıntı halini almıştı. Aslında, bu yeni anayasa değişikliği ile birlikte, YÖK ve üniversite rektörlerinin, bu yanlış uygulamadan vazgeçerek, durumu normalleştirmesi gerekir. Eğer bu sağduyu gösterilirse, yeni bir yasa veya yönetmeliğe de gerek yoktur aslında... Ancak sayısı az da olsa "Sanal yasağı" sürdürmek isteyen rektörlerin inadı, bir müddet uygulamada sıkıntıya yol açabilir. Fakat bundan da ürkmemek lazım. Bazı politikacı, profesör, yazar vs.'nin iddia ettiği gibi, yapılan anayasa değişikliği ile laikliğe yönelmiş olan herhangi bir tehlike filan da yoktur. Burada yalnızca zorlama ve yanlış yorumlar vardır. Nitekim dün gün boyu televizyon ekranlarına çıkan sayısız yorumcu içinde, gerçekten akla, bilime ve sosyal realiteye uygun yorum yapanların oranı hayli yüksekti. Buna karşılık azınlıkta kalan bir grubun korku ve evham pompalaması devam etti. Bunun da fazla bir kıymet-i harbiyesi yok. Çünkü yapılan bütün bilimsel araştırmalarda, toplumun yüzde sekseninin, başörtü yasağının kalkmasını istediği ortaya çıkmaktadır. Meclis'te de bu ekseriyette bir oy çokluğu ile gerekli değişiklik yapılmıştır. Gerçek demokrasi çerçevesinde, her zaman karşı görüşleri ve farklı fikirleri anlayışla karşılamak gerekir. Bu açıdan, dün Ankara Sıhhiye Meydanında yapılan miting ve gösterilerin izahı kolaydır. Ancak unutmamak gerekir ki, aynı hak, başörtü yasağının kalkmasını isteyenler için de geçerlidir... Yani dünkü iki yüz bin kişilik mitinge karşı, pekâlâ beri taraftakiler de, iki milyon kişilik toplantı düzenleyebilir. Burada anlatmak istediğimiz şudur: Meseleyi tırmandırmak ve ülkeyi gerilime sokmak kimseye fayda vermez. Geçmişte ve bugün, birçok vesile ile memleketi karıştırmak isteyen iç ve dış şer odaklarının, birtakım provokasyonlarla toplumu tedirgin etmeye kalkıştıkları sır değil. Başörtü konusunu bahane ederek, yine böyle bir şeye kalkışabilirler. Ama toplumun ezici çoğunluğu barış ve huzurdan yana tavır koyacağı için; ajitasyon ve provokasyonların etkisi fazla olmayacaktır. Halkın sağduyusu, her zaman fitne fesada karşı etkili olmuştur... Kısacası endişeye mahal yoktur.