Basında bir süreden beri, iktidarın heyecanını yitirdiği, Başbakan Tayyip Erdoğan'ın yorulduğu, hatta bunun da ötesinde sinirlerinin yıprandığı vs. polemikleri sürdürülüyor. Geçen hafta çarşamba günü, TGRT HABER'de kendisiyle yaptığımız söyleşide bu yorulma ve heyecan meselesini Sayın Erdoğan'a sordum. Başbakanın tepkisi çok netti; "İsmail bey ben çok heyecanlıyım..." diye başladı ve bu konuda yazılıp çizilenlerin doğru olmadığını belirterek, programlarında ve çalışma tempolarında herhangi bir aksama veya yavaşlama olmadığının altını çizdi. Ancak Erdoğan ne kadar bu yöndeki eleştirileri cevaplasa da, belli ki basında başlatılan kampanya devam ettirilmek isteniyor. Yalnız medyadaki kritik ve eleştirileri üslup ve yöntemlerine göre birbirinden ayırmak gerekiyor... Mesela; 3 kasım 2002 seçimlerinden önce, küçümseme ve hakaret kastıyla Recep Tayyip Erdoğan'dan, sadece ismiyle bahsederek "Tayyip" diye istiskal etmeye kalkışan, fakat iktidara gelip başbakan olunca da; "Yalakalık yapıyor" dedirtecek kadar mutabasbıs davranışlar içine giren ve şimdi de "Paranoyaya tutuldu..." kabilinden asgari medya etiğini bile zorlayan türde yazı yazan kalemleri, kendi konumuna göre değerlendirmek icap ediyor!.. Bunlar niye bukalemun gibi böylesine sıkça renk değiştiriyorlar, yahut bunlardaki tutum değişikliği hangi nedenlerden kaynaklanıyor... Uzun uzun incelenmesi gerekir. Erdoğan'ın bunlara tepkisi de ağır oldu; "Hortumları kesilince çılgına döndüler!" diyor. Bu da yeni polemik ve spekülasyonları başlattı. Bazı patronların mı, yoksa onlar adına iş takip eden bazı gazetecilerin mi?! Basın Konseyi Başkanı, Erdoğan'ı açıklama yapmaya davet etti. Bu konu çok tartışılacağa benzer. Ama sonuçta net bir cevabın ortaya çıkmayacağını da şimdiden kaydedelim. Çünkü geçmişte de benzer durumlar çok yaşandı. Bakarsınız bugün eleştiri dozunu yükseltenler, yarın konjonktür gereği tekrar uzlaşma pozisyonu alırlar. Diğer taraftan olaylara objektif yaklaşan ve ideolojik eğilim yerine, meseleleri sağduyulu şekilde ele alan bazı tecrübeli kalemler de, son zamanlarda eleştiri oklarını özellikle Başbakanın çevresine yöneltmiş durumda. Bu çevrenin bilgisizliğinden, vizyonsuzluğundan filan bahsediyorlar. Burada da tartışmaya açık pek çok nokta var. Hangi çevre? "Dar çevre" kavramı kimleri içine alıyor? Geniş çevre diye bir şey var mı? "Yakın çevre" denilince kimler kast ediliyor? Farzedelim bu çevre iktidarın başlangıcında acemi ve bilgisiz idiyse bile, şimdilerde daha bilgili ve tecrübeli olması gerekmez mi? Yani ikibuçuk yıllık iktidar dönemi bunlara hiç mi bir şey öğretmedi!.. Yine iddialara göre, çevredeki bazı isimler küstürülerek uzaklaştırılmış. Böyle bir durum hakikaten sözkonusu mu? Yani dün Erdoğan'a yakın olup bugün uzak duran isimler hangileri? Gördüğümüz ve bildiğimiz kadarıyla "Çevre" diye tanımlanan isimlerde pek bir değişme yok... Bu arada Tayyip Erdoğan'ın da elbette yorulma ve sinirlenme hakkı var olsa gerek. Ama geçmişte fizyolojik durumu nedeniyle görevini ifa edemeyen, hatta uzun süre hiç ortalıkta görünmeyen başbakanlara karşı bu eleştirileri yapmayanlar; 24 saatin neredeyse üçte ikisini çalışarak geçiren Erdoğan hakkında niçin "Yoruldu..." hükmüne varıyorlar acaba? Tamam, diyelim ki bir yerlerden düğmeye basılmadı. Peki iktidar mensupları hakkında yazılıp çizilenlerin ölçüsüne, etik olup olmadığına da bakılmayacak mı? Yani maksat gerçekleri yansıtmak mı, yoksa sırf hoşlanmadığımız veya düşünce olarak aynı dünya görüşünü paylaşmadığımız birilerini yıpratmak mı? Eğer niyetimiz yıpratmaksa, pekala Tayyip Erdoğan'ın gözünün üstünde kaşının bulunması da bir kusurdur. Zaten ta baştan bazılarına kalsaydı, Erdoğan "muhtar bile olamayacaktı..." değil mi? Şimdi tekrar başa dönelim; Erdoğan yoruldu mu, yoksa maksat çok daha başka mı?!.