Merhumun ismini yazdıktan sonra, uzun müddet düşündüm. Çünkü yazıya nasıl ve nereden başlayacağımı bir türlü netleştiremedim!.. Üç kıta ve yedi deniz üzerinde, ahlâk ve adalet prensiplerine dayalı olarak altı yüz küsur sene devam eden muhteşem Cihan Devletini kurmuş; eşsiz Osmanlı Hanedanlığının en büyük şehzadesi için, böyle bir kısa makalede, neyi ne kadar yazabilirsiniz ki!.. On iki yaşından itibaren sürgün hayatı yaşamaya başlayan (1924), bir zamanlar sahibi oldukları ülkenin topraklarına ancak 68 sene sonra (1991) ayak basabilen ve o ülkenin pasaportunu da ancak seksen yıl sonra (2003), 91 yaşında iken tekrar alabilen; yani asırlık ömrü sürgünlerde ve hep çile ile geçen bir şehzade... Sadece Ertuğrul Osman Efendiyi değil, onun gibi sürgüne gönderilen ve pek çoğu onun kadar dahi şanslı olmayan, kimisi de; evet kimisi de yad ellerde açlıktan ölen, bütün haneden mensuplarını şöyle bir düşünün... Onların çok az bir kısmı, tekrar bu topraklara dönebildi ve içlerinden pek azı vatandaşlık hakkını elde edebildi... Lakin onların hiçbiri, muhteşem mazisine yakışmayacak bir hal ve hareket sergilemedi. Vakar ve metanetini, asaletini asla bozmadı. Merhum Ertuğrul Osman Efendi'nin kendi ağzından aynen aktaralım: "Sürgün yıllarında, ailemizde açlıktan ölenler bile oldu. Ama hiçbir zaman Cumhuriyet aleyhinde konuşmadık..." Ne var ki, güya Cumhuriyet rejimini oturtmak için, Osmanlı Padişahlarının ve ailelerinin aleyhine söylenmedik şey bırakılmadı. Ne yalanlar söylendi, ne alçakça iftiralar atıldı, ne hayâsızca karalamalar yapıldı!.. Hâlâ daha bunu devam ettiren zavallılar var... Ama onların bu çabaları, Osmanlının ihtişamına gölge düşüremez. Uzun lafın kısası, güneş balçıkla sıvanamaz. Sultanahmet Camii İmamı Sayın Emrullah Hatipoğlu, dün cenaze namazından evvel merhum için şahitlik ve helallik alırken çok güzel söyledi: "Bizim onlar üzerinde herhangi bir hakkımız yoktur ama, onların üzerimizde çok büyük hakları var. Hemen yanı başımızdaki Sultanahmet Camii ve onun gibi binlerce eser, buna şahitlik ediyor ve dünya durdukça da buna şahitlik edecektir... Osmanlı, milyonlarca kilometrekare ile ifade edilen geniş topraklarda, hakkı ve adaleti tesis etti. Tarih buna şahitlik ediyor ve edecektir..." Cami avlusuna sığmayan cemaat can-ı gönülden hüsn-ü şehadette bulundu ve helallik verdi elbet... İnşallah merhum da bizden razı olmuştur. Ertuğrul Osman Efendi, sarayda doğan son şehzade idi. Fakat ne yazık ki, üç çeyrek asırdan fazla bir zaman, Türkiye hasretiyle yanıp tutuştu. Ne mutlu ki, ahir ömründe de olsa, bu topraklara yeniden kavuştu ve burada hayata gözlerini yumdu. Şimdi o, dedesi merhum Sultan Abdülhamid Han'ın yanı başında, kıyamete dek istirahatgâhına çekildi... Allahü teala ona gani gani rahmet eylesin ve geride kalan yakınlarına ve sevenlerine de sabırlar versin. Ertuğrul Osman Efendi'nin cenaze merasimi, esasen onun 97 yıllık ömründe yaşadığı çile ve acıların da bir finali idi... Cenazeye katılan hanedan mensuplarının yüzündeki derin hüzün, bunu çok güzel özetliyordu! Bazıları sık sık "Elhamdülillah..." diyordu. Bir kısmı yakınlarıyla yarı İngilizce, yarı Türkçe konuşuyordu. Cemaatin kahir ekseriyeti, büyük bir huşu ve sükunet içinde vazifesini yaptı. Yalnızca küçük bir grup zaman zaman tekbir getirdi. Halbuki cenazede ne tekbir getirilir, ne de slogan atılır!.. Maalesef İslam dini hakkında insanların bilgisi azaldıkça, pek çok yeni bid'at ve dinde yeri olmayan davranış ve tavırlar baş gösteriyor. Şüphesiz bu konuda, din görevlilerine ve Diyanet İşleri Başkanlığına çok büyük vazifeler düşüyor.