Ezber laflar, boş laflar

A -
A +

Türkiye, içeride insan hak ve hürriyetlerinin korunması ve uygulanması noktasında optimum seviyeyi yakalayamadığı sürece birlik-bütünlük ve barış içinde bir arada yaşama ortamını tam ve kalıcı şekilde sağlayamaz. Aynı şekilde ülke menfaatlerini küresel arenada gerektiği gibi, rasyonel biçimde koruyamadığı, haklı davasını anlatamadığı sürece de, bu yönden hep endişe ve sıkıntı içinde kalmaya devam eder!.. Bu iki acı ama gerçek tesbiti yazının başına yerleştirmemizin sebebi, son günlerdeki aktüel meseleler ve yapılan tartışmalardır. Daha önce de bu köşede defaatle belirttiğim gibi, biz konuları tartışmış gibi yapıp, kıyısından köşesinden dolaşarak ve sadece sathi ölçüde, yani mevzuun derinine inme zahmetine asla katlanmadan vaziyeti idare etmeye çalışırız. Sınırlar ötesinden en hayati hak ve menfaatlerimize uzanan tehditlere karşı da hep "Türk'ün Türk'e propagandası"nı yapmakla yetiniriz. Bakınız ermeni soykırım iddiaları, tam kırk seneden beri devam ediyor. Bugüne kadar Ermeni diasporası, bu iddialarla ilgili olarak binlerce (tam 26 bin adet yayın olduğu belirtiliyor) yayın yaptı. Buna karşılık Türkiye'nin çıkardığı yayın sayısı yüzelliyi bile zor buluyor... Aynı şekilde Ermeni soykırım iddiaları, şimdiye kadar onlarca ülkenin parlamentolarında direkt veya dolaylı biçimde tartışıldı. Bir kısmı tarafından Türkiye aleyhine kararlar alındı. Son olarak Polonya da bu kervana katıldı. Bu işte başı çeken Fransa, şimdi de soykırımı reddetmeyi suç sayacak bir karar çıkarmanın peşinde. Fransa'da dört yüzbin Ermeni yaşıyor. Buna karşılık beş yüzbin de Türk var. Evet Ermeniler oraya 80-90 sene önce gidip yerleşmiş, toplumda belli etkiye sahip. Ama Fransız üniversitelerinde düzinelerce Türk öğretim üyesi var, binlerle ifade edilen sayıda öğrenci var; yüzlerce Türk Fransa'da artık işveren durumunda. Acaba bunların toplamından, Ermeni diasporasına karşı bir lobi faaliyeti çıkamaz mıydı? Amerika için de benzer şeyler söylenebilir. George W. Bush, bu sene de "Soykırım" ifadesini kullanmadığı için şimdilik rahatlamış bulunuyoruz. Ama son yirmi-yirmibeş senedir her 24 Nisan günü öncesinde diken üstünde duruyoruz; acaba soykırım diyecek mi, demeyecek mi?! Beyler bu yol, yol değil. Farklı şeyler yapmak lazım. Bakınız Kıbrıs meselesinde Rumların ezberini bozacak değişik bir pozisyon alındı, referandumda Annan Planına destek verildi, bugüne kadar Türk tarafına yönelmiş olan eleştiri okları Rumlara çevrildi... Ve Rumlar köşeye sıkışmaya başlayınca bazı itiraflarda bulunmak durumunda kaldılar. Klerides niye bu itirafları yapıyor sizce? Ermeni iddiaları karşısında da, yapılacak faaliyetler dışa dönük olmalıdır. Soykırımı bilimsel olarak reddeden Amerikalı profesör Justin McCarty'yi getirip TBMM'de konuşturmak marifet değil. Onun söylediklerini zaten biliyoruz!.. Marifet, Mc Carty'nin yanına on-onbeş tane daha yabancı bilim adamını katıp, dünyaya haklı davamızı daha gür bir sesle duyurmaktır. Türk Tarih Kurumu'nun yaptığı bir çalışma bile olayın seyrini değiştirmeye başladı. Şimdi bizim arşivlerimiz açık ve Ermanilerinki kapalı. Masadan kaçan taraf onlar. Ama onların masadan kaçtığını gerektiği gibi, dünyaya duyuramıyoruz. Hep biz bize anlatıyoruz! Bu ortamda mesela ben beklerdim ki, Anayasa Mahkemesi Başkanı Mustafa Bumin bu sıfatıyla ve daha da önemlisi kıdemli bir yargıç olarak; "Soykırım", "etnik temizlik", "katliam", "mukatele", "tehcir-zorunlu göç" vs. kavramlarını, hukuk bilimi ışığında bir güzel açıklasın ve dünya hukuk çevrelerinde etkili bir mesaj versin... Ama nerdeee! Sayın Bumin gene başörtüsü meselesine takıldı ve orada da maalesef yine çok yüzeysel kalan bir konuşma yaptı. Ama eğer ille de bu konuyu konuşması gerekiyor idiyse, o zaman "dinî duyguların istismarı" suçlamasına dayanak teşkil edecek bir etraflı inceleme yapması gerekirdi. Mesela kadınların başını örtmesinin İslam dinindeki hükmü ile ilgili, İslam âlimlerinin verdiği binlerce hukuki fetvadan birkaç örnek verirdi. Hayır, bunu yapması laikliğe aykırı olmazdı! Çünkü Bumin bu fetvalara göre uygulama yapacak değildi. Mademki, Sayın Bumin, "Başörtüsü dindarlar arasında bile görüş ayrılığına yol açıyor..." diyecek kadar kendince ayrıntıya inecekti, o halde bunu tam yapmalıydı. Böylece, inanç noktasında, bireylerin sahip olduğu hak ve özgürlüklerin kaynağını belirtmiş olurdu. Eğer gerçekten inanç özgürlüğüne saygı duyuluyorsa, o halde bu özgürlük neden insanlardan esirgeniyor? Sayın Bumin, bu çelişkiyi izah edememiştir. Özetlersek, yaş haddinden dolayı yakında görevi bırakacak olan Sayın Bumin'in dünkü konuşması; bir hukukçu olarak ifade etmeliyim ki, bana çok yavan geldi. Bumin'in çok iyi bilmek durumunda olduğu bir hukukî gerçeği, bir kere daha buradan hatırlatalım; Anayasa Mahkemesi kendisini yasama organının yerine koyarak veya yasama organı gibi hareket ederek kural koyamaz...

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.