"Final Yılı..."

A -
A +

3 Kasım 2002 seçimlerinin ardından dördüncü yıl da artık bitmek üzere. Bir buçuk ay sonra tam dört yıl dolmuş olacak. Yani önümüzdeki genel seçimlere en fazla bir yıl kaldı demek yanlış olmayacak... Başbakan Erdoğan da herhalde buradan hareketle; önümüzdeki genel seçimlere kadar olan süreci "Final yılı" olarak ifade etmiş ve partisinin teşkilat sorumlularına önemli bir ikazda bulunmuş: "Bu final yılında çeşitli fauller yapmak isteyenler olabilir... Onlara aldırmayacaksınız. Çok şeyler söyleyecekler, çok provokatif eylemelere girişmek isteyenler olabilir. Siz onları duymayacaksınız. Daha büyük azimle final sürecini devam ettireceksiniz..." Erdoğan'ın konuşması epeyce uzun. Ama şu birkaç cümle aslında durumu yeterince özetliyor. Bu ikaz zamanında ve yerinde yapılmış bir ikaz. Çünkü son zamanlarda, maalesef ülkenin çeşitli yerlerinde peş peşe provokatif hadiseler cereyan etti. Sakarya'nın Akyazı ilçesinde, sadece fısıltı yolu ile koparılan bir fitne; neyse ki, mülki amirlerin ve emniyet kuvvetlerinin tedbiri ve dirayeti sayesinde anında sona erdirilebildi. Aksi halde o fitne; içte ve dışta Türkiye'yi çok zora sokacak bir faciaya dönüşebilirdi! Buna karşılık Bilecik, Söğüt'te hem de Ertuğrul Gazi'yi anma töreni gibi çok önemli ve anlamlı bir ortamda; ne yazık ki, biri iktidar ötekisi muhalefette olan iki milliyetçi ve muhafazakar yelpazedeki parti mensupları arasında çok üzücü olaylar çıktı. Olaylarla ilgili haber ve tartışmaları birkaç gündür medyadan izliyorsunuz. Hâlâ daha karşılıklı suçlamalar devam ediyor. Bu durum hakikaten çok düşündürücü ve endişe verici. Kim haklı, kim haksız yolundaki polemiklere burada katılacak değiliz. Bunun iki sebebi var. Birincisi olaylar sırasında Söğüt'te değildik. Yani nasıl başlayıp devam ettiğini gözümüzle görmedik. Medyadaki haberlere dayanarak bir kanaat belirtmek de doğru olmaz. İkincisi böyle bir tartışmanın bu saatten sonra hiçbir faydası olmaz. Tam tersine zararı olur. Onun için her iki parti yetkililerinin karşılıklı ağız dalaşını bırakıp, bundan böyle benzer durumların zuhur etmemesi için çalışmalıdır. Bu noktada Sayın Başbakan'ın hem olayın yaşandığı sıcak saatlerdeki yatıştırıcı açıklamaları, hem de kendi partisinin teşkilat sorumlularına yaptığı ikazlar son derece doğru ve takdire şayandır. Aynı şeyleri Sayın Bahçeli ve yardımcıları da yapmalıdır. Husumeti tırmandıracak, gerginliği arttıracak beyanlardan herkes kaçınmalıdır. Unutmayalım, 12 Eylül öncesinde ülkemizde sağ-sol kamplaşması ve çatışmaları yüzünden beş binden fazla insanımız hayatını kaybetti. Bu dönemde en fazla maddi ve manevi zarar görenlerin başında herhalde Ülkücü gençlik gelir!.. Geçmişte yaşananlardan doğru dersler çıkarmak mecburiyetindeyiz. Öyle değil mi?! Ama ne yazık ki; bu dersleri tam çıkardığımızı söylemek mümkün değil. İdeolojik kavgayı sona erdirdiğini sandığımız 12 Eylül 1980 ihtilalinden dört yıl sonra; bu defa memleketimizi uçurumun kenarına sürükleyen etnik kökenli terörü başımıza sardılar... 30 binden fazla can kaybettik. Ardından laik-antilaik ve sekteryen ayrışmalar dayatıldı. Bütün bu belaların üstesinden gelebilmek için; birlik ve beraberliğe en fazla muhtaç olduğumuz bir dönemde; bazı ayrıntıların dışında aynı dünya görüşünü paylaşan insanların birbirine düşürülmek istenmesi tek kelime ile felakettir. Bu tuzağa düşmek kadar ahmakça bir şey olamaz. Bu kavgayı seyretmek için ellerini oğuşturanların kıs kıs güldüklerini görmek lazım!.. Daha açık olarak şunun altını çizelim: Böyle bir sürtüşme ne Adalet ve Kalkınma Partisine, ne de Milliyetçi Hareket Partisine bir şey kazandırmaz. Tam aksine çok şey kaybettirir. Bunca sıkıntısı olan memleketin böyle bir saçma sapan kavgaya ve gerginliğe tahammülü de yoktur. Herkes aklını başına almalıdır...

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.