"Gaza gelmek..."

A -
A +

Gaza basmak, gaz vermek, gazlamak... Şu günlerde, bayram tatilinden dönüşe geçen sürücülerin en fazla meşgul olduğu veya yol durumuna göre uygulamaya çalıştığı hareketlerden biri... Bir de halk dilinde, "gaza gelmek" diye bir ifade vardır. Bununla benzer bir manaya gelen "dolduruşa gelmek" şeklinde bir tabir de halk arasında sık kullanılır. Başbakan Tayyip Erdoğan'ın da, Partisinin bir bayramlaşma toplantısında bu "gaza gelme" tabirini kullanması epeyce dikkat çekti. Öteden beri, Sayın Başbakan'ın üslubunu "Kasımpaşalı" olmakla ilişkilendiren bazıları; geçmişte buna benzer ifadelerinden hareketle bir hayli polemik yapmışlardı. Benim niyetim bu tarz bir polemik yapmak değil. Devlet adamlarının kullandığı dil ve konuşma üslubu, elbette her zaman dikkatle takip edilir. Ancak üslubun yanında, konuşmanın muhteva ve maksadına daha ziyade önem atfetmek gerekir diye düşünüyorum. Zira devlet adamının omzundaki sorumluluk yükü; sokaktaki vatandaşa nazaran çok fazladır. Devlet ricalinin alacağı her karar ve atacağı her adım, bütün vatandaşları tek tek ve topluca ilgilendirip etkileyeceği için; her dem o ağır sorumluluğun sonuçlarını düşünerek hareket etme durumundadır. Şu Bayram günlerinde, bizler evimizde, köyümüzde, aile efradımız ve yakınlarımızla sevinçli ve keyifli vakit geçirirken; ülkemizin zor bir coğrafyasında; kahraman askerlerimiz sıfırın altında 10 -15 derece suhunette; nöbet tutuyor, zaman zaman sınır ötesine de geçerek operasyon yapıyor... Sadece bu noktada durup düşünmek bile; devlet yönetmenin ne anlama geldiğini idrak etme açısından yeterlidir. İşte bu açıdan bakıldığında; Erdoğan'ın, "Terörle mücadele konusunda birilerinin tatmin olması için adım atmadık..." yolundaki beyanı daha net anlaşılıyor. Başbakan şöyle diyor: "Belki tabir biraz ağır olacak ama, eğer bu gaza gelmiş olsaydık, bu bir stratejinin hayata geçirilmesi olmazdı. Bu bir taktik uygulamanın hayata geçirilmesi olmazdı. Bu olsa olsa, sadece birilerinin tatmin olması olurdu ki, bunların da kim olduğunu halk anlıyor..." Evet, Başbakanın da belirttiği üzere, neticeye hamasetle değil, mantıkla gidilebilir. Hikmeti hükümet de budur zaten. Nerede gaza basılacağını, nerede frene basılacağını iyi tespit etmektir. "Dikkatli emin adımlarla gideceğiz, ama maksuda (hedefe) ulaşacağız..." diyor Başbakan... Zaten realite de öyle değil midir: "İrişür menzil-i maksuduna aheste giden / Tiz-i refter olanın payına damen dolaşır." Yani, yavaş (ve dikkatli) giden varmak istediği yere ulaşır. Acele edenin ise, etekleri ayağına dolaşır... Evet hükümetlerin ve devlet erkanının "gaza gelmek" gibi bir lüksleri yoktur. Onları "dolduruşa getirip" yanlış yaptırmak için, her zaman birileri tahrik ve teşviklerde bulunabilir. Hatta kimse kışkırtmasa bile, bazen insanların "tribünlere oynama" hevesi tutabilir. Lakin hükümet etme sorumluluğu, böyle geçici ve ucuz hevesleri kaldıramaz. Zira ucuz politikaların neticesi; ülkeler için, daima çok pahalı ve ağır olmuştur. Tarihin sayfaları bu tür acıklı hikayelerle doludur! Hele hele harici siyasetle ilgili konularda, çok daha dikkatli olmak şarttır. Tecrübeli bir hariciyeci olan Sayın İlter Türkmen, Hürriyet'teki köşesinde şu tespiti yapıyor: "Bugünkü dış politikamız esasında doğru istikamettedir. Fakat bu politika günlük tepkiler ile medyanın sansasyon tutkusu ve polemiklerin etkisinden kurtarılmalı, ana vizyonla uyuşmayan yönde sapmalar yapmasına imkan vermemelidir." Demek oluyor ki, bazı kalemlerin her gün köşelerinde bağıra çağıra yazdığı; "Vatan elden gidiyor", "Amerika'ya satıldık", "Bu ülkenin sahipleri nerede? Niçin tepki vermiyorlar..." türünden hezeyanlarının birilerini gaza getirme çabaları olduğunu da, göz önünde bulundurmak gerekiyor. Tatil dönüşündeki sürücülere de bir uyarı yapalım: Arabanıza lüzumundan fazla gaz vermeyin. Kendinizi ve başkalarını tehlikeye atmayın!..

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.