Ankara'da görev yapan kimi meslektaşlarımız, haber ve yorumlarında "gizli kod" ifadesini çok sık kullanırlar. Bir kısmı, mensubu olduğu kuruluş adına temsilci sıfatını da taşıyan; özellikle diplomasi ve siyaset alanında "uzman"laşmış bilinen kalemler, bazı olayları kendince analiz ederken; yazının bir yerinde muhakkak, (Bu olayın gizli kodlarını çözmeye kalktığımızda şu sonuçlara varıyoruz...) türünden bir değerlendirmede bulunurlar... Ancak adına "gizli kod" denilen şeylerin, gerçekten gizli veya açık "kod" mu, yoksa düpedüz dedikodu mu olduğunu her seferinde dikkatli şekilde incelemek gerekiyor. Çünkü bazı meslektaşlarımız bir taraftan "gizli kod" dedikleri unsurları, diğer taraftan (Üst düzey bir komutandan edindiğim bilgilerle birleştirdiğimde) yahut (Devletin önemli bir kurumunda kritik görevlerde bulunan üst düzey bir yöneticinin yazılmamak kaydıyla bana aktardığı bilgilerden anlaşıldığına göre...) türünden; özünde dedikodu mahiyetinde olan aktarımlarla açıklıyorlar!.. Kimisi bunu, sıradan vatandaşın hemen fark edemeyeceği şekilde çok ustaca yapıyor. Ama bazısının bu konudaki becerisi pek yüksek değil. Yani "gizli kod"lardaki dedikodu hemen sırıtıyor... Dedikodu sırıtıyor ama, kamuoyu bunların irdelemesini bilinçli bir şekilde yapmadığı, yapamadığı için; asılsız rivayetler de, ayağı yere basmayan yorumlar da, çoğu kere gerçekmiş gibi algılanıyor veya öyle bir etki doğuruyor! İşte sakatlık da burada... Çünkü bu şekilde sun'i gündemler oluşturulup hem ülkeye vakit kaybettiriliyor, hem de vatandaş endişeye sevk ediliyor. Gazete köşelerinde veya televizyon ekranlarında büyük tafra ile pompalanan sübjektif yaklaşımlara bir kısım siyasetçiler de çanak tutunca işler kolayca çığırından çıkıyor. Güya hepsi memleket aşkına ve dürüstlük namına sergilenen bu tutum ve davranışların ülkemiz hesabına nelere mal olduğunu, Milliyet'ten Taha Akyol'un "Kim kimi kuşatıyor?" başlıklı yazısından bir bölüm aktararak anlamaya çalışalım: "CHP lideri Deniz Baykal, iktidarın partizanlık ve kadrolaşma aşamasını geçerek artık 'kuşatma' aşamasına geldiğini, Cumhuriyetin temel kurumlarını 'kuşatma' altına aldığını söylüyor. Ama öbür tarafta, eskiden 'zinde kuvvetler' denilen, son yıllarda sa 'Düğmeye basıldı!' terimiyle ifade ettiğimiz başka bir 'kuşatılma' endişesi var; bu endişe bugün AKP'de görülüyor..." Akyol 1950'lerden beri karşılıklı olarak izhar edilen bu kuşatılma duygusunun CHP ile DP, AP, ANAP, DYP ve AKP cenahındaki yansımalarını, yani "Merkez-Çevre" mücadelesini özetliyor ve şöyle bir sonuca gidiyor: "Vesayetçi Demokrasi! Siyasette olur böyle şeyler diyebiliriz. Daha kötüsü, bunun hukuka ve kurumlara yansımasıdır. 'Merkez'in en önemli unsuru olan ordu ve kaçınılmaz olarak elitlerin oluşturduğu anayasal kurumlar hem anayasayı yaparak hem de kararlarla yorumlayarak kendi ideolojik değerlerini 'hukuk' haline getirdiler, 'seçilmişler'in üstünde bir anayasal 'vesayet' kurdular. Liberal demokraside iktidar temel hak ve hürriyetleri genişletmek için kısıtlanır. Ama bizde, 1960'dan beri, elitlerin üstünlüğünü korumak amacıyla iktidar yetkileri kısıtlanıyor. Cumhurbaşkanı Sezer bu geleneği mükemmelen temsil ediyor. Anayasa Mahkemesi'ne Meclis'in üye seçmesine karşı çıkarak, YÖK'te ve yeni üniversitelerin kurulmasında seçilmişlerin yetkilerini tamamen dışlayarak, sürekli vetolarla seçilmişler üzerinde bir 'siyasi vesayet makamı' gibi davranarak... Bu merkez-çevre çatışması, büyük enerji kaybına, hatta bazen krizlere sebep oluyor. Türkiye artık bu gerilimleri aşmalı, 'yöneten demokrasi'ye ulaşmalıdır. Gelişmiş ülkelerde nasılsa öyle: Tarafsız yargı, nötr devlet, kurallı siyaset..." Evet Sayın Akyol böyle diyor ama; Ankara'dan gizli kodlu yazılar yazan-yorumlar yapan meslektaşlarımız mesela; Cumhurbaşkanı'nın Bakanlar Kurulu Kararını neden bu kadar zaman beklettikten sonra iade ettiğini, gerekçesinin ne olduğunu, yahut bunu iade etmesinin hukuka uygun olup olmadığını tartışıyor mu? Kararnamede ismi olmayan bir bürokratın eşinin başörtüsünü günlerce diline dolayanlar, bir kez olsun meselenin bu yönüne de değinme gereği duydular mı?! "Kurallı siyaset"in gelmesi için galiba kurallı gazetecilik de şart!.. Öyle değil mi?