Zafer Haftası kutlamaları dolayısıyla, Türk Silahlı Kuvvetleri tarafından kullanılan "Güçlü Ordu, Güçlü Türkiye" sloganı epeyce tartışma konusu oldu... Öncelikle bir hususun altını kalın çizgilerle iki defa çizelim: Ülkesini ve milletini seven hiç kimse, ordusunun güçlü olmasından rahatsız olmaz. Zira güçlü bir ordunun, ülke bağımsızlığının ve güvenliğinin teminatı olduğunu bilir. Burada tartışılan, daha doğrusu yanlış bulunan husus, bahse konu slogandaki hüküm sıralamasıdır... Bir ordunun gücünden kasıt, onun imkan ve kabiliyetleridir. Bu imkan ve kabiliyetlerin kaynağı da, öncelikle mensup olunan ülkenin ekonomik gücüdür. Arkasında güçlü bir ekonomi bulunmayan orduların gücünü muhafaza etmesi, hatta ayakta kalması dahi mümkün değildir. Bunun en bariz örneği Kızılordu'dur. Sovyetler Birliği Döneminde, Kızılordu dışarıya dönük olarak, ABD ordusu ile yarışırken; ülke içindeki güç ve konumu açısından da tartışmasız olarak, dünyadaki en güçlü ordu idi. Bilindiği gibi, SSCB hükümetinde tam yüz tane bakanlık vardı ve her bakanlığın birinci yardımcısı da bir general idi!.. Ama bir gün bakıldı ki, o devasa ordudan hiç eser kalmamış... Son demlerinde Gennadi Yanayev ve Genaral Dimitri Yazov gibi isimlerin can havliyle giriştikleri darbe teşebbüsleri de derhal akamete uğradı. Öyle günler geldi ki, Kızılordu askerleri; bırakın savaşmayı, karnını doyurmak için tarlalarda lahana toplamak derdine düştü. Çünkü Sovyetlerle birlikte, Kızılordu'yu da çökerten gerçek hadise, EKONOMİ idi. Uzun analizlere girmek niyetinde değilim... Ama bir başka hususa da dikkat çekmek gerekiyor. Halen imkan ve kabiliyetleri bakımından dünyanın en güçlü ordusu kabul edilen ABD Ordusu da, Birleşik Devletler Yönetimi'nin yanlış strateji ve politikaları sonucunda, bir savaş yorgunu haline gelmiş, askerleri içinde psikolojik rahatsızlık ve intihar oranı çok yükselmiş ve sonuç olarak bugün, yeni asker bulmakta sıkıntı çeker duruma gelinmiştir... Amerika ilk büyük yanlışı Vietnam'da yaptı. 500 bin askerle giriştiği bu savaşta 57 bin kayıp vererek mağlubiyetle yüzleşti. O sendromu tam atlatamadan bu defa Körfez Savaşı, Afganistan ve yeniden Irak savaşlarına girişti. Neticede bugünkü tablo ile yüz yüze geldi... Demek ki, güçlü orduları siyasi basiretsizlik ve diplomatik hatalarla örselememek gerekiyor. Bunun içindir ki, büyük savaş ustası Sun Tzu şöyle der: "Akıllı komutan, ordusunu hiç savaştırmadan zafer kazanmasını bilendir. Çünkü savaşa girdikten sonra, zafer kazanılsa bile, ordu belli ölçüde tahribata uğrar..." Doğu ve Batı Bloku'ndan en büyük örnekleri verdim. Üçüncü dünyadan, mesela 1962'den beri demir yumrukla ülkesini yöneten ve hatta devletin Burma olan adını dahi değiştiren Myanmar ordusundan; benzer durumdaki Sri Lanka Ordusundan veya Kuzey Kore Ordusundan uzun uzadıya bahsetmeye gerek yok. Burada işaret etmek istediğimiz husus, ordunun ülke içi ve dışındaki güç ve konumunun iyi tefrik edilmesidir... Netice: Türkiye'nin ekonomisi ne kadar güçlü olursa, Ordusu da o kadar güçlü olur! Demokratik açılım projesine, "Amerikan Projesi" diyenler, acaba savunma sanayinde yüzde yetmiş altı oranında ABD'ye bağımlı olmamızı nasıl izah ederler? Hamaset yerine gerçekleri dikkate alsak daha iyi olmaz mı? Son nokta; Ordu, millet ve devlet için vardır. Yegane güç kaynağı da, yine millet ve devlettir. Dolayısıyla hüküm sıralamasını doğru yapmak şarttır...