Orman köylüsü ile Hazine ve Orman İdaresi arasında on yıllardır devam eden sayısız ihtilaf ve davalarla ilgili geçen hafta yazdığımız yazıyla, âdeta arı kovanına çomak sokmuşuz!.. Vatandaş ile devletin kurumları arasındaki dava sayısının kabarıklığı ortada. Ancak davaların seyri ve sonuçları hakkında, kamuoyunda yeterince bilinmeyen ve dolayısıyla tartışılmayan çok şey var. Bu konuda okuyuculardan epeyce faks ve e-mail aldım. Hepsine burada temas etmek mümkün değil tabii. Ancak bu konudaki genel beklentinin, devlet tarafından bir an evvel gerçek ve kalıcı bir çözüm getirecek adımların atılması olduğunu belirtmeliyim. Ülkemizde devlet-vatandaş arasındaki ekonomik ihtilaflarda, genellikle mağdur olan tarafın zayıf durumdaki vatandaş olduğu bilinen bir gerçektir. Özellikle kamulaştırma davalarında; gerek kıymet takdirinde, gerek bedel ödenmesinde; istimlak olayında taraf olan vatandaşların kaçta kaçı adaletin yerini bulduğuna inanır acaba? Burada elbette iki taraftaki anlayış önemlidir. Yani "Adalet mülkün temelidir" vecizesini, doğru anlamak lazımdır. "Mülk"ü devlet olarak değil de, gayrimenkul olarak anlayan bir zihniyetle olaylara yaklaşmak, sonuçta adalet ve hakkaniyeti getiremez!.. Kendisi de çeyrek yüzyıl kadar gazeteci olarak Bab-ı Ali'de çalışmış olan kıymetli okuyucularımızdan İbrahim Aydın Şahin, hem hukukçu olma yetkinliği ile, hem de geçmişte basın mensubu olarak bu konularda yaptığı çalışmaları ve vardığı sonuçları özetleyen bir yazı gönderdi. Ayrıca telefonda da uzun bir görüşme yaptık. Hazine, orman ve vatandaş arasındaki ihtilafların 1940'lı yılların ortalarından beri yoğun şekilde devam ettiğini anlattı. Yani tam altmış yıldır bu mesele gündemde ve hâlâ daha köklü bir çözüm bulunabilmiş değil. Sayın Şahin, Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin, şimdilerde Osmanlı tapu kayıtlarına dayanarak, özellikle Mısır ve Suriye gibi ülkelerde dedelerinden kalma mülklerini yeniden elde etmek için uğraşan vatandaşlarına, hukuki destek verdiğini hatırlatarak şunları söylüyor: "Ama aynı devlet, kendi tapu kayıtlarına göre mülk sahibi olan vatandaşlarına karşı nasıl bir hareket tarzı benimsiyor? Devletleştirme meselesinde, şimdiye kadar iktidarların gerçekten dürüst hareket ettiğini ve vatandaşların mağdur olmaması için, gerekli işlemleri tam olarak yaptığını söyleyebilir miyiz? Bir yerin orman vasfını kaybedip etmediği, orman arazisi sayılıp sayılmayacağı konusundaki toprak testleri, bilirkişi incelemeleri sürer de sürer... Bu arada vatandaşlar adliye binalarına taşınır durur! Türkiye'de en uzun süren davaların (Ki, bu davalar bazen kuşaktan kuşağa miras kalır. Mesela yıllar önce devlet ile vatandaş arasında elli üç sene süren bir davanın seyri gazeteler konu olmuştu...) bu kabil arazi davaları olduğu bir gerçek. Ama bu gerçeklerin bilinmesi sonucu değiştirmiyor. Oysa ciddi ve samimi bir yaklaşımla bu konuya köklü bir çözüm bulunabilir. Üstelik bu çözüm çok da zor değil... 1946'da yani CHP'nin tek parti iktidarı döneminde, Ormanların kamulaştırılması ile ilgili olarak yapılan yasal düzenlemeyle birlikte, devlet ile orman köylüsü arasındaki dava sayısı artmaya başlamış. O dönemde bir yıl içinde müracaat edilmesi halinde, orman içinde tapulu arazisi olanlara, bedelinin ödeneceği bildirilmiş. Ancak 1940'ların Türkiye'sinde bugünkü gibi iletişim imkanları yoktu tabii. Bırakın vatandaşın bir yıl içinde müracaat etmesini, bu kararın bir yıl içinde ilgili bütün vatandaşlara duyurulması bile mümkün değildi..." Okuyucumuz İ. Aydın Şahin, devletin bu konuda çözüm üretememesinin iki cenahta da büyük kayıplara yol açtığını belirterek şu değerlendirmeyi yapıyor: "Devlet uygulanan yöntemle kamu malını hiçbir zaman koruyamadı. Eğer koruyabilseydi, İstanbul'un yüzde 70'i imarsız ve fiilen gecekondu haline gelir miydi? Diğer taraftan uzun yıllar ecrimisil ödeyerek mülk sahibi olmayı hedefleyen vatandaşlar, mahkemelere taşınmanın ve gerçek manada tapu sahibi olamamanın; yahut tapulu diye bildiği arazi üzerinde sonradan konulan şerhlerle Hazinenin hak iddia etmesinin rahatsızlığını yaşıyor..." Sayın Şahin, hükümetin yapacağı yeni bir düzenleme ile, daha önceki mevzuatta yer alan bir yıllık zaman sınırlamasını kaldırarak, yani birkaç kelime değişikliği ile ihtilafları büyük çapta ortadan kaldırabileceğini hatırlatıyor. Aksi halde Orman kanunu mağdurlarının organize olarak AİHM'ye gidebileceklerine dikkat çekiyor. Zira daha önce benzer bir konuda, kamulaştırma bedellerini alamayan bazı vatandaşların dernek kurup toplu şekilde hak aradıklarını ve sonunda davayı kazandıklarını belirtiyor... Bakalım AK Parti İktidarı on yıllardır süren bir sıkıntıya çözüm bulabilecek mi?