Deniz Baykal, Mehmet Ağar ve Erkan Mumcu... Muhalefetteki üç siyasi partinin liderleri. Cumhurbaşkanlığı seçimi sırasında sergiledikleri tavır ve izledikleri politikalar yüzünden; çok uzak olmayan bir tarihte, kurulacak seçim sandığında büyük bir hezimet yaşarlarsa kimse şaşırmamalı. Çünkü ülke siyasetini çıkmaza sokacak ve neticede gereksiz krizlere yol açacak bir tavrı, bu milletin hoş görmeyeceği açıktır. Hangi gerekçeler ileri sürülürse sürülsün, kimsenin kriz çıkarmak gibi bir haklılığı yoktur ve olamaz. Muhalefet partilerinin mevcut hareket tarzı, sadece iktidar partisinin işini zorlaştırmak veya Cumhurbaşkanlığı seçimlerini tıkamak değildir. Bu yöntem, sonuç itibariyle her yönden ülkeyi bir kaosa sürüklemekten başka bir şey değildir!.. Bu durum çok açık ve nettir. Cumhurbaşkanlığı seçiminde uzlaşma olmalıdır iddiasının samimi ve geçerli olabilmesi için; uzlaşma kapılarının da açık tutulması gerekir. Hem uzlaşma deyip hem de bütün diyalog kapılarını kapatmak en hafif deyimi ile samimiyetsizliktir. Uzlaşma demek, bir tarafın diğer tarafa olmadık şartları dayatması demek değildir. Bunun altını çizmek gerekir. Diğer taraftan, uzlaşma olmadı diye, Meclis zemininde ve sandıkta halledilmesi gereken meseleleri başka mecralara taşırmak da siyasi dürüstlüğe sığmaz. Önceki gün Ankara'da yaşanan olaylar, tam bir içler acısı idi. Siyasi entrikaların bin türlüsü yetmiyormuş gibi, işi mahkemelere kadar götürmek hangi siyasi ilke ile açıklanabilir bilemiyoruz. Anayasa'nın Cumhurbaşkanlığı seçimini düzenleyen 102. maddesinin gerekçesini ibret için buraya alıyoruz: Cumhurbaşkanının seçilme yetkisinin Meclise verildiği ve ilk iki turda üçte iki çoğunluğun oyu, üçüncü ve dördüncü turda salt çoğunluk arandığı belirtildikten sonra aynen şöyle deniliyor: "... Görüldüğü gibi bu tamamen yeni bir sistemdir. Türkiye Büyük Millet Meclisi uzun olmayan bir süre sonunda tercih yapmaya zorlanmakta ve seçimin müzminleşmesi önlenmektedir. Seçimlerin uzaması gerek Devlet Başkanlığı makamı ve gerekse seçilecek kişiler için arzu edilmeyen eğilim ve düşüncelerin doğmasına yol açtığı görülmüştür. Seçimi belirli bir sürede sonuçlandıramayan Meclis'in feshinin kesin bir çözüm getiremeyeceği ve belki aynı duruma tekrar düşüleceği dikkate alınarak kısa sürede sonuç verici sistemin bünyemize daha uygun olduğu kanaatine varılmıştır." Maksat kolaylaştırmak mı, zorlaştırmak mıdır? Hukuk biliminde "Gai yorum", yani maksada uygun yorum diye bir kavram vardır. İhtilaf halinde kanun hükümleri maksada uygun olacak tarzda yorumlanır... Şimdi sadece ilk iki turda değil, (Daha önce bunu söylemiyorlardı, önceki günden itibaren söylemeye başladılar!) dört turda da 367 aranır diyen CHP'nin anlı şanlı hukukçularına sormak gerekir: Bu gerekçeye göre, sizin getirmek istediğiniz yorum maksada uygun mudur? Yani Cumhurbaşkanlığı seçimini kolaylaştırmak isteyen (Çünkü 1961 Anayasası hükümlerine göre iş uzuyor ve sonuç alınamıyordu. Mesela 1980'de seçim süreci altı ay sürmüş ve 115 tur oylama yapılmasına rağmen sonuç alınamamış, 116. turun yapılacağı gün olan 12 Eylül 1980'de ihtilal olmuş ve askerî müdahalenin gerekçelerinden biri olarak da Cumhurbaşkanının seçilememiş olması gösterilmiştir...), 1982 Anayasasının 102'nci maddesini, uygulamayı ve sonuç almayı kolaylaştırmak bir yana; akıl ve mantık sınırlarını aşacak şekilde zorlaştırmak hangi anlayışın ürünüdür acaba? Seçimlerden sonra uzlaşma olacağının garantisi var mıdır? Uzlaşma olmaz ve zincirleme şekilde kilitlenme olursa, yani tekrar seçim, tekrar tıkanma gibi bir komik durum doğarsa ne olacak? Bu garabeti güya uzlaşma, hukuk ve demokrasi adına gerçekleştirdiğini iddia eden siyasi anlayışın, tam anlamıyla bir tükenişi yaşadığını belirtmemiz gerekiyor. Sabah Gazetesinden Salih Memecan'ın karikatürü durumu çok çarpıcı şekilde anlatıyordu. Hem Meclis'in toplantı yeter sayısı, Anayasa'nın 96. maddesine göre 184'tür, 367'ye gerek yoktur diyen, hem de Meclis'e gelmeyerek CHP'lilerin seçimleri sabote etmesine bir nevi yardım eden, Anavatan ve DYP liderlerinin bu ikili siyaseti, elbette milletin dikkatinden kaçmayacaktır. Deniz Baykal, bir taraftan Meclis kürsüsünde esip savuran kendi Grup Başkanvekili Kemal Anadol'a "Aslan be arkanda milyonlar var..." diye kendi kendine moral veriyor; diğer taraftan da Ağar ve Mumcu'ya övgüler yağdırıyor. Bakalım millet kime övgü, kime yergi tavrını gösterecek?!. Dürüst ve etik olmayan her türlü siyasi manevra, sonuçta sahiplerine bumerang gibi döner!.. Bu arada sureti haktan görünüp, "En sonunda Cumhurbaşkanlığı seçimini de mahkemeye düşürdüler..." türünden, güya üzüntü izhar edip ahkam kesen bazı meslektaşlar da; galiba halkın zekâsıyla alay etmeye yelteniyorlar. Ama bu halk, kendisi ile alay etmeye kalkışanlara, sağduyu ve irfanıyla öyle bir ders verir ki...