Sabah Gazetesindeki dikkat çekici yazılarıyla, iç ve dış piyasaların nabzını çok iyi tutan Süleyman Yaşar, uzunca bir müddetten beri faiz lobisini ve onun tabii müttefiki olan seçkinci-aristokrat yapıyı hedef alıyor. Doğrusu, ekonomi alanında derin bilgiye sahip bulunmayan birisi olarak, Sayın Yaşar'ın yazılarından çok yararlanıyorum... 22 Şubat tarihli yazısında, Merkez Bankası'nın para politikalarını analiz ederken, faiz lobisinin öteden beri Kuruma yaptığı hücum ve karalamalara dikkat çekiyor. Malum lobinin bütün gayretine rağmen, MB Yönetimini politikalarından caydıramadığını, neticede iç ve dış piyasalardaki gelişmelerin de Merkezin politikalarını doğruladığını, bu sebeple borçlanma faizinin, lobinin arzusunun tam aksine, bir puan daha düşürüldüğünü anlattıktan sonra, şu hükmü veriyor: "İyi eğitimli halkın çocukları, Merkez Bankasını daha iyi yönetiyor..." Bilindiği gibi, Beş buçuk sene önce, MB Başkanının değişmesi, bu ülkede çok büyük gürültü koparmıştı. TÜSİAD ağırlıklı sermaye, klasik bürokrasi ve genel olarak seçkinci-aristokrat çevreler, dönemin cumhurbaşkanı Necdet Sezer'in müthiş direnciyle birlikte, bu önemli koltuğun el değiştirmesinde büyük zorluk çıkarmışlardı. Şimdiki başkan da dahil, hükümetin önerdiği bütün isimler, Çankaya'dan geri dönmüştü. Sonunda, eski başkan S. Serdengeçti'nin de tezkiyesiyle, Durmuş Yılmaz'ın ataması gerçekleşebilmişti. Ama herkes biliyor ki, Yılmaz, hükümetin asıl istediği isim değildi. Kimilerinin, evine ziyarete gelen misafirlerin kapı önündeki çamurlu ayakkabılarından yola çıkarak, karalamaya çalıştığı Sayın Yılmaz, çok başarılı oldu, o ayrı konu... Erdem Başçı, hükümetin nihayet sancısız sıkıntısız biçimde başkanlığa getirdiği ve kendisiyle uyumlu çalışan, dünyadaki büyük kriz ve piyasa dalgalanmalarına karşı; isabetli ve istikrarlı politikalarıyla, ülke ekonomisinin güçlü kılınmasına büyük katkı veren bir başkan... Ama o da, seçkinci - laikçi çevrenin oklarına hedef olmuştu. Saltanatı kaldırarak Cumhuriyeti kuran ve giderek nevi şahsına münhasır bir aristokrat sınıf oluşturan üniformalı ve sivil bürokrasinin en belirgin özelliği, halka tepeden bakması ve hor görmesidir. "Köylü milletin efendisidir..." söylemine rağmen, tek parti iktidarı boyunca, köylü şehirlere yaklaştırılmadı bile!.. Ülke yönetimi, hep devlet desteği ile iyi eğitim gören seçkinlerin çocuklarında oldu... Onların da, memleket kalkınmasındaki başarıları, hep kendilerinden menkul! Neticede istatistikler ortada... Ama iddiaları hep, cahil halk tabakasının ve onların çocuklarının bu devleti yönetemeyeceği merkezindeydi. Nitekim rivayet odur ki, 2002 seçimlerinden sonra, siyasi yasaklı olan Tayip Erdoğan'ın yolunun açılması için, Meclis'te destek veren Baykal'a aksi yönde telkinler yapıldığında şöyle denilecektir: "Merak etmeyiniz. Zaten bunlar hükümet etmede başarılı olamazlar. Çok geçmeden, kendiliklerinden çekilmek zorunda kalacaklardır..." Evet, sürekli küçümsenen ve böyle bir başarısızlığa mahkûm görülen halkın çocukları, yaklaşık on yıldır siyasette; ekonomide, bürokraside, hulasa topyekûn kalkınmada, rekor üstüne rekorlar kırıyor. Onları küçümseyen seçkinciler ise, değişen dünya şartlarına göre; kendilerini bir türlü dönüştüremedikleri için, kurultay üstüne kurultay yapıyorlar!