İki ayrı Türkiye var... Birincisi, her geçen gün yıldızı parlayan; göz kamaştıran ve gıpta ile izlenen Türkiye. Tek başına Suriye, Ürdün, Lübnan, Libya ve Rusya ile vizelerin kaldırılması dahi, şimdiye kadar benzerini yaşamadığımız önemli bir dış politika hamlesidir. Şu sıralarda özellikle Güney Doğu Anadolu'daki illerimizden, komşularımızla sağlanan vize ve ticaret kolaylıklarından ötürü başlayan ekonomik canlanmayı; bölgeyi yakından izleyenler iyi bilir. Rusya Devlet Başkanı Medvedev'in resmî ziyareti ile, iki ülke arasındaki ilişkilerin taşındığı yeni safha, dünya siyaset arenasında büyük dikkatle izleniyor. Hatta yeni bir "Türk-Rus Ekseni"nin inşasından bahsediliyor. Ayrı bir yazıda bu eksen meselesini, irdeleyebiliriz. Bugün sadece tepe noktalarıyla bazı önemli gelişmelere işaret etmekle yetineceğiz... Başbakan Erdoğan'ın beraberinde tam on tane bakanla Yunanistan'a yaptığı çıkarmanın yankıları özellikle Avrupa Birliği'nde uzun süre yankılanacak cinsten... Yunanistan, "Komşularla sıfır problem" diye özetlenen dış politika yaklaşımında; Ermenistan'dan sonra, Türkiye'yi en fazla uğraştıran ve uğraştıracak olan ülkedir. Bugüne kadar Avrupa Birliği ve Amerika'nın etkisiyle, boş yere körüklenen gerginlik ve karşılıklı silahlanma yarışı, iki tarafa da çok zarar verdi. Ancak uzun yıllar sonra, Yunanistan; özellikle AB'nin çelik çekirdeği tarafından, maşa olarak kullanılmasının sırtına yüklediği derin olumsuzlukları görebildi!.. Ege'deki karasuları, kıta sahanlığı, hava koridoru, Kıbrıs Meselesi, Batı Trakya'daki Türklerinin durumu vs., hâlâ çözüm bekleyen konular. Ancak bütün bunlar elbette diyalog, karşılıklı iyi niyet ve iş birliği ile aşılabilir. Yunanistan herhalde bu ekonomik kriz sebebiyle, AB ülkelerinin kendisini ne kadar sevdiğini(!) tespit etmiştir... Türkiye, "İyi günün dostları"nın aksine, kötü günde komşusuna el uzatmıştır. Bazı aşırı milliyetçiler hâlâ kuşku ile yaklaşsa da, Yunanlar Türk dostluğunun önemini kavrayacaktır. Atina'da imzalanan 22 anlaşma ve protokol, her iki tarafa da sayısız getiriler sağlayacaktır. Şunu söyleyebiliriz: Dünyada stratejik dengeler dramatik biçimde değişirken, bir yandan da sular eski mecrasına geri dönüyor! Bu mecraların başında, Osmanlı Devleti'nin altı yüz yıl boyunca Balkanlarda; Kafkaslarda, Orta Doğu'da ve Afrika'da kurduğu tarihî dengeler geliyor... Bu dengelerin icabına uyan dinamik bir dış politika, elbette orta ve uzun vadede ülkemize güç kazandıracaktır. Bunu görmemek, tek kelime ile stratejik körlük olur! Türkiye, kendisini bekleyen bölgesel ve küresel misyonlara hazır olabilmek için, içerideki kısır döngülerden kurtulmak zorundadır. Ne son "kaset olayı" gibi süfli konular, ne yargıda döndürülmek istenen dolaplar, ne de ülkeyi sosyal ve ekonomik kabızlığa sürüklemekten başka yararı olmayan siyasi ayak oyunları, ne darbecilik hevesleri vb., bu ülkenin gündemini artık meşgul etmemelidir. Tercih hakkı bizim elimizde...