Pazar günkü yazımızda, İngiltere'nin Orta Doğu serüvenini; 1947 yılından günümüze kadar çok kısa olarak özetlemiştik. Yazıyı, bu ülkenin ABD'yi Irak işgaline yönlendirecek istihbarat desteğine işaret ederek noktalamıştık. Oradan devam edelim... Amerika'ya verilen istihbaratın gerçek bilgilere dayanmadığını ilk ifşa eden Savunma Bakanlığının önemli danışmanlarından Dr. David Kelly, şüpheli bir şekilde ölü bulunmuştu!.. İngiltere'nin hâlâ daha, Amerikan dış politikası üzerinde çok etkili olduğu ve son olayda olduğu gibi, Süper Gücü dramatik şekilde yönlendirebildiği genel kanaat. İngilizlerin de Orta Doğu'ya ilgisinin temelinde; ABD için olduğu gibi, esasen petrol ve diğer enerji kaynakları yatıyor!.. Saddam Hüseyin; 1972 yılında Iraq Petroleum Company'yi millileştirmişti. Bu şirket, Irak'ta âdeta devlet içinde devletti... 1927 yılında, Kerkük tamamen elimizden çıktıktan sonra, Turkish Petroleum Company'nin sermayesi yeniden yapılandırılarak bu yeni ad altında faaliyete başlamıştı. Sermayesi, her biri yüzde 23.5 oranında; BP, Shell, NEDEC (Near East Development Corporation-bunun da sermayesi yarı yarıya Mobil ve Esso'ya aitti- ve Compagnie Française des Petroles'e -Daha sonra Total adını aldı- aitti. Kalan yüzde beş de; "Bay yüzde beş" lakaplı Sarkis Gülbenkyan'a verilmişti... Şimdi Orta Doğu'da kartlar yeniden karılıyor ve Irak'ta sanki 36 yıl öncesine dönülüyor. Irak Petrollerinin "yabancı sermayeye açılması" için; yapılan yeni düzenlemede, sermaye yapısı şöyle: Her biri yüzde 25 oranında BP, Shell ve Exxon (Esso'nun bugünkü adı). Total ise artık yok... Çünkü Fransa, başlangıçta Irak'ın işgaline karşı çıkmıştı! İngiltere artık Büyük Britanya değil. Ama siyaset ve istihbarat birikimi ile etkin bir rol oynamaya devam ediyor. Yeni Şafak'tan Akif Emre, Kraliçe'nin ziyaretini güzel özetlemiş: "... Bu ziyarette iki farklı imparatorluk mirası karşı karşıya. Biri imparatorluk mirasının güce dönüştürülerek sürdürülmesi, diğeri imparatorluk mirasının inkâr edilerek zaafa dönüştürülmesi..." Sahi İngiltere, Orta Şark'ta bugün nasıl bir strateji güdüyor? Kraliçe'nin; ".... Türkiye çok önemli bir köprü rolü oynuyor..." sözünü nasıl yorumlamalıyız? Şüphesiz jeopolitik öncelik ve stratejik vizyon açısından bu cümle çok şeyi ifade ediyor!.. Strateji uzmanları 2015'ten sonra çok farklı bir dünya öngörüyor... Acaba İngiltere; "Amerikan Yüzyılı" sonrasına yatırım yapıyor olabilir mi? Bu yorumun bazılarına çok sivri geleceğini biliyorum... Fakat bir şeyi gözden kaçırmamak gerekiyor: İngiltere, her zaman çok yönlü oynamayı bilmiştir. Hem Atlantik ötesi, hem Avrupa cenahı, hem de Orta Doğu dengeleri açısından daima geniş manevra kabiliyetine sahip! 22 Temmuz'dan sonra, Türkiye ile İngiltere arasında çok yoğun bir diplomatik trafik yaşandı. Seçimlerden hemen sonra ilk gelen yabancı konuk, İngiliz Dışişleri Bakanı idi. Eylül 2007'de Enerjiden Sorumlu Devlet Bakanı Malcolm Wicks Türkiye'ye geldi. Ekim 2007'de de Başbakan Erdoğan ile mevkidaşı Gordon Brown, "Stratejik İşbirliği Anlaşması"na imza attı. Kasım ayında Veliaht Prens Charles ülkemizi ziyaret etti. Nihayet Kraliçe'nin, çok kritik bir zamanda, "Türkiye'nin AB üyeliğine güçlü destek vermek için" geldiğini konuşuyoruz... II. Elizabeth'in tam üç kere ve her seferinde de, Türkiye'nin olağanüstü şartlar yaşadığı bir sırada (1961, 1971 ve 2008); ülkemize gelmesine bazıları özel anlamlar yüklüyor... Dış politikada olaylar her zaman göründüğü gibi değildir... Acaba Kraliçe, 1961'de gerçekten Menderes'in idamını engellemek için mi gelmişti?.. Yayılan hava böyle ancak, buna hemen inanmak; sadece tek yönlü düşünmek olur! Belki de dış politika analizlerini çok daha farklı; daha geniş ve daha derin yapmak gerekir...