Önceki gün yeni yasama yılı münasebetiyle, TBMM'de bir konuşma yapan Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer çeşitli konulara temas etti. Bunlar arasında en fazla dikkatimizi çeken hususlar, hukuk devleti kavramı ve kuvvetler ayrılığı sistemi hakkındaki görüşleri oldu. Hukukçu olması hasebiyle Sezer'in hukukun üstünlüğüne; hukuk devletinin işleyişine özel bir önem vermesi tabiidir. Ancak Cumhurbaşkanının konuşmasında bize göre eksik olan ve öteden beri gelen yanlış algılamayı devam ettiren bir nokta var. Kuvvetler ayrılığı sisteminde, yasama-yürütme ve yargının birbirine üstünlüğünün söz konusu olmadığını, Anayasanın başlangıç kısmında da belirtildiği gibi, bunun uygar bir işbölümü ve işbirliği olduğunu kaydeden Sezer, yasama ve yürütme erklerini (Cumhurbaşkanı kuvvet yerine erk demeyi tercih ediyor. İ.K.) kullanan iktidarın baskı uygulama ihtimaline karşı yargının denge sağlaması için bu ayırımın yapıldığını söylüyor. Temelde doğru bu yaklaşım doğru olmakla beraber eksiktir. Şöyle ki, "Egemenlik tektir ve ulusa aittir" diyen Cumhurbaşkanı bunun açılımını yapmıyor. Zira bu açılımda ulusa ait egemenlik hakkı ve bunun yansıma biçimi olan milli iradenin şekillendirdiği yasama ve yürütmenin niteliği ile, yasamanın öncelikli yetki, ilk ve başlangıç yetki olma durumu öne çıkar. Sezer böyle yapmıyor. "Her erk kendi alanında devlet yetkisini kullanır..." dedikten sonra, hukukun üstünlüğünün sağlanmasının ancak tarafından sağlandığını ilave ederek bilinen görüşlerini tekrarlıyor. Ama yargının da siyasallaşma tehlikesinden ve bunun getireceği sakıncalardan bahsetmiyor. Bir de hukuk devleti derken, evrensel hukuk ilkeleri ile devletin hukuku arasındaki ayırımı belirtmiyor. Yani hukuk devleti ile kanun devleti arasındaki farkı vurgulamıyor. Oysa önceki gün, görüşlerini yansıttığımız bir başka saygın hukukçu olan Prof. Dr. Burhan Kuzu, parlamenter rejimde kuvvetler ayrılığı sisteminin niteliklerini ve bu düzende yasama kuvvetinin önceliğini, özellikle her şeyin temeli olan milli iradenin demokrasinin işleyişindeki hayati rolünü çok güzel açıklamıştı. Prof. Kuzu; evrensel ölçekte kabul gören, "Halkın söz sahibi olduğu idari rejim" olarak tanımlanan demokrasinin olmazsa olmaz unsuru olan seçimleri ve milli iradenin her şeyin üstünde olmasını vurgularken, Sayın Sezer devletçi bir anlayışı yansıtıyor. Halbuki millet devletten önce gelir. Milli iradenin belirlediği yasama organı her türlü hukuki düzenlemeyi (Anayasa ve yasaları) yapar, yürütme ve yargı organları da, bu düzenlemeler çerçevesinde işlev görür. Yani basitleştirecek olursak, yasamanın içinden çıkan ve onun verdiği güven desteği ile iktidarda durabilen yürütme, yine yasamanın yaptığı kanunlar çerçevesinde işlev görür. Keza yargı da, yasamanın koyduğu anayasa ve kanunların uygulanıp uygulanmadığını belli prosedürler içinde gözetir ve şartlar oluştuğunda müdahale eder. Kuvvetler arasında kategorik üstünlük yoktur ama, yasamanın öncelikli yetkisi açık ve tartışmasızdır... Batının ikiyüzlülüğü!.. Medeniyet ve ilerlemeyi yalnızca teknolojik gelişme ve zenginlik olarak addedenler, ahlakî ve manevî değerlerden yoksun kalmaya mahkumdur. Önceki gün, Amerika Irak'ın Samarra kentini bombaladı, en az 109 kişi öldü, yüzlercesi de yaralandı. Bunların çoğu masum sivil halk. Aynı gün İsrail, Gazze'ye saldırdı, en az 32 ölü ve bilmem ne kadar yaralı. İki işgalci gücün bu insanlık dışı saldırılarına karşı Batı'dan; yani Batı deyince ilk akla gelen Avrupa Birliğinden (Batının öbür kısmı da ABD oluyor!..) çıt yok. Ama aynı AB, 30 yıldır izole bir durumda olan Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti'nin, İslam Konferansı Teşkilatınca Kıbrıs Türk Devleti adıyla ve gözlemci sıfatıyla ortak foruma davet edilmesini hazmedemedi. BM'nin barış planını reddeden Rumların baskılarına boyun eğdi. Bu çifte standardın neresi ileri ve çağdaş medeniyet?!