Olaylara Amerikan düşünce kuruluşlarının penceresinden bakma alışkanlığını elden bırakmayan bazı yazarlara göre; Irak'taki seçimler, "demokrasinin muhteşem sonucu..." imiş. Hem dünyanın neresinde tam mükemmel demokrasi varmış ki!.. Irak'ta bu kadarının olması onlara göre aliyyul-a'la. Acaba gerçekten öyle mi? Son günlerde yerli ve yabancı basında çıkan yorumların büyük kısmı, seçimlerin doğuracağı yeni sıkıntılar ve çatışmaların endişesini yansıtıyor. Türk yetkililerin konu ile ilgili açıklamaları, giderek sertleşen bir üslubta seyrediyor. Mesela, yumuşak üslubu ile tanınan Dışişleri Bakanı Abdullah Gül'ün, Kerkük'te bir oldu bittiye seyirci kalınamayacağı yolundaki beyanı, bir kısım yabancı basın tarafından askeri müdahale belirtisi olarak yorumlandı. Başbakan Erdoğan'ın bu konudaki sözleri daha sert ve net mesajlar ihtiva ediyor. Başbakanın söyledikleri yerli medyada farklı şekillerde algılanıyor. Bazıları, Türkiye'nin koruyamayacağı yeni kırmızı çizgiler çizmeye kalkmasından endişeli. Böyle düşünenlerde şöyle bir peşin hükmün hakim olduğu seziliyor; Irak'ta Amerikan askerleri bulunduğu ve ülke ABD işgali altında ve onun sorumluluğunda olduğu için, Türkiye'nin buraya yönelik bir askeri müdahalede bulunması çok zor, hatta imkansız... Durum böyle olunca da, şimdiye kadar Amerika ve İngiltere'nin himayesinde istedikleri gibi ilerleme kaydeden Kürtler, gelinen noktada Kerkük'ün statüsünü değiştirme operasyonuna da girişebilir! Türkiye bunu önleyecek etkili bir müdahalede bulunamaz... Yazılıp çizilenlerin özeti bu. Acaba bu görüşler ne kadar geçerli? Yüzeysel olarak meseleye bakıldığında, yukarıda serdedilen düşüncelerin doğru olduğu rahatlıkla kabul edilebilir. Nitekim bir ay içinde, Amerikan üst düzey yönetiminden dördüncü kişi olarak Ankara'ya gelen, Pentagon'un üç numaralı ismi Douglas Feith, "Kerkük Irak'ın ve Iraklıların iç meselesidir..." diyerek bu görüşleri bir yerde doğrulamıştır. Muhtemelen dört gün sonra gelecek olan yeni Dışişleri Bakanı Condoleezza Rice da benzer cümleler kullanacaktır. Ancak Türk-Amerikan ilişkilerini, terazinin bir kefesine Türkiye'yi; öteki kefesine de Barzani-Talabani'yi koyarak analiz etmek temel bir yanlış olur. Doğrudur, Amerika kendisine kucak açan ve kendi askerleriyle birlikte direnişçilere karşı savaşan Kürtleri tam anlamıyla kayırıyor. O sayede bugünkü konuma geldiler, bu da doğru. Fakat son tahlilde Türkiye mi, Kürtler mi ikilemi doğduğunda, acaba hangi taraftan vazgeçebilir? Eğer Kürtler müttefik olarak Türkiye'nin yerini doldurabilir olsaydı, 1 Mart Tezkeresinden sonra, iki ülke ilişkileri çok farklı bir zeminde seyrederdi... Öyle olmadı. ABD Türkiye'yi her seferinde test etmek istiyor, nereye kadar sabredeceğini, nerede ipleri koparacağını hesaplayarak yapıyor bunu. Şunu da unutmayalım; ABD Süper Güç'tür diye, her istediğini bildiği şekilde yapar... gibi bir düşünce çok sakattır. Amerika Süper Güç'tür ama gücü sınırsız değildir! Genel olarak Irak politikasında ve Özelde Irak'ın toprak bütünlüğünün korunmasında, Türkiye'nin tezleri ile AB'nin, Rusya'nın ve Çin'in görüşleri birbirine uzak değildir. Yani demek oluyor ki, Türkiye Irak'ta, özellikle Kerkük'teki emrivakilere itiraz ederken yalnız değildir. Ayrıca Türkiye'nin elinde çok değişik kozların bulunduğunu unutmamak gerekir. ABD'nin Türkiye üzerinden Irak'a cephe açamamasının ne gibi etkiler meydana getirdiğini hatırlayacak olursak ve her fırsatta mesela İncirlik Üssü'nün kullanılma ölçüsünün gündeme niçin getirildiğini düşünürsek, her gün Türkiye'den Irak'a geçiş yapan binlerce kamyonun sadece bir ticari konu olmadığını gözönüne alırsak, mevcut kozların önemi hakkında fikir sahibi olabiliriz. Bugün sadece Irak nüfusunun yüzde yirmisini teşkil eden sünniler tarafından sürdürülen direnişi kontrol altına alamayan ABD, yarın bu ülkede geniş çaplı ve çok taraflı iç çatışmalar çıktığında acaba ne yapacaktır? Irak'tan en az hasarla çıkmak isteyen ABD, kendisini iyice batağa saplayacak politikaları izleme lüksüne sahip midir? Özetlersek, Irak'ta film tekrar başa sarılıyor. Türk-Amerikan ilişkileri yeni bir sıcak döneme giriyor. Gerilim zaman zaman tırmanabilir. Ama Türkiye'nin sabrını haddinden fazla zorlamanın da iyi bir yol olmadığı, "Büyük Devlet" niteliğine sahip bir ülke tarafından göz önünde tutulur herhalde!..