Başlıktaki ironinin (Bu kelimeyi de hiç sevmiyorum ama, belki de ilk defa böylesine sevimsiz bir mevzuda kullanıyorum...) yanlış yerlere çekilmesini istemem. Aslında bütünüyle Dersim meselesi de, yanlış tartışma biçimleriyle mecrasından saptırılıp yanlış zeminlere taşınmamalıdır. Zira böyle bir yanlışlığın yapılmasını, dört gözle bekleyenler var. Kimdir onlar? Dersim ve benzeri hadiselerde olup bitenlerin, her yönüyle gün ışığına çıkmasını istemeyenler! Zira tarihî gerçekler, bütünüyle kamuoyu tarafından öğrenildiğinde bazıları fikren ve siyaseten büyük çıkmaza girer... Dersim meselesinin irdelenmesi, ne Dersimli Kemal Kılıçdaroğlu'nun parti liderliğinden düşürülmesi, ne Atatürk, İsmet İnönü, Fevzi Çakmak, Celal Bayar ve dönemin diğer önde gelen idarecilerinin, kişisel olarak hedef alınması olmalı. Peki nasıl olmalı? Öncelikle tarihin bu dönemi ile hakikaten bir yüzleşme gerçekleşmeli. Daha açık ifade ile 1923 ile 1939 yılları arasında Dersim ve havalisinde neler olmuş? Aslında sadece Dersim'le sınırlı tutulmamalı. Dersim gibi, Sason'da; Ağrı'da, Mutki'de; Diyarbakır'da, İzmir Menemen'de ve tabii Ankara'da neler olmuş? Ankara deyince biraz durmak gerekiyor... Mesela muhalif görüşlü bir milletvekili (Ali Şükrü Bey) kaçırılıp öldürülüyor. Onun katlinde elebaşı olduğu anlaşılan, Atatürk'ün özel muhafız kıtası komutanı milis yarbayı Topal Osman da, bir hafta sonra yakalanmak istenirken direniyor, vurulup öldürülüyor vs. Böyle gölgeli olaylar o kadar fazla ki... Neyse hepsinin başlığını bile bir yazıya sığdırmak mümkün değil. Türkiye Cumhuriyeti şayet, anayasanın başlangıcında belirtildiği üzere, gerçek bir hukuk devleti olarak, insan hak ve hürriyetlerine saygı ve demokratik rejim esaslarına göre işleyecekse, samimi olarak kendi geçmişi ile yüzleşmekten korkmamalı. Evet, "Geçmişi ile yüzleşememek, bu ülkenin güçlenmesinin önünde bir engeldir..." Başbakan Erdoğan'ın dün Dersim konusunda yaptığı açıklamalar ve ifşa ettiği belgeler, son derece önemli. Bu devlet belgelerinin sahteliği ileri sürülemeyeceğine göre, muhtevalarının inkârı da mümkün değil. Dolayısıyla işi mugalataya dökmenin âlemi yok. CHP Genel Başkan Yardımcısı Gürsel Tekin, Başbakan'ın memleketin ve milletin birliğini dinamitlediğini ileri sürüyor... Ne kadar absürd bir yaklaşım! Oysa, "Arşivleri açmak senin görevin. Sorumluluğunu yerine getir ..." diye meydan okuyan Gürsel Tekin'in lideri Kılıçdaroğlu değil miydi? CHP yöneticileri ve onların paralelinde düşünenler, kaçak oynamayı artık bırakmalı. Gerçekleri kabul ve itiraf etmelidir. "Bu kampanyanın bir sonraki adımında ne var? Bunun tali amacı nedir?.." gibi polemik yüklü sorularla, CHP'nin tavan yönetimi bir yere varamaz. Bakınız bu ülkede, önemli olayların üzerine örtülen şalı kaldıran, hep sağ cenahtaki partilerin iktidarları olmuştur. Bunun çarpıcı bir örneği de Mustafa Muğlalı olayıdır. Dersim'de yaşananları bugüne kadar, kim hangi ölçüde biliyordu? Bilenler ne kadar konuşabiliyordu? İşin püf noktası burası beyler!..