Epey zamandan beri, bu revizyon için yaygın bir beklenti vardı... Başbakan da, 29 Mart seçimlerinden önce bu yönde işaretler vermişti. AK Parti gibi, çok kalabalık gruba sahip bir iktidar partisinde, hükümet ve parti içi revizyonlarında dengeleri iyi kurmak ve herkesi memnun etmeyi başarmak kolay bir iş değil!.. Nitekim bu son revizyondan sonra da, memnun kalmayanlar ve hatta belki küsenler olacaktır. Ama "siyasetin doğası" bu! Bizim gibi henüz tam anlamıyla gelişememiş ülkelerde, "kırmızı plaka"nın cazibesi oldukça yüksektir. Siyasetin yalnızca milletvekilliği, yahut bakanlık koltuğu sayesinde daha etkili yapılabileceği gibi, çok yanlış bir algılama vardır. Oysa hakikaten hizmet için siyasete giren bir kişi, bu iş için yeterli donanıma sahip ise, mebus veya bakan olması şart değildir. Kabiliyeti ölçüsünde, her zeminde hizmet verebilir çünkü... 2002 seçimlerinden sonra, Süleyman Demirel; 367 kişilik AK Parti Grubunu kast ederek, "Böyle kalabalık grupların bütünlüğünü korumak ve yönetmek kolay değildir..." demişti. Herhalde kendisi, özellikle 1970 yılında maruz kaldığı büyük bölünmeyi ve daha sonraki kopmaları hatırda tutarak bunları söylüyordu. Oysa geçen altı buçuk yıllık zamana ve geride bırakılan dört ayrı seçime rağmen, AK Parti grubu; Şener olayı dışında, oldukça uyumlu bir görüntü verdi. Elbette bunda Sayın Erdoğan'ın liderlik karizması ve partinin temel felsefesini benimsemiş teşkilat üyeleri ile mebus ve bakanların, siyaset anlayışının birbiri ile tutarlı olması önemli rol oynamıştır. Son revizyona baktığımızda, Ertuğrul Günay'ın da belirttiği üzere; Başbakanın hayli detaylı bir çalışma yaptığı ve dengeleri olabildiğince gözetmeye çalıştığını görüyoruz. İktidar partisinin hem Meclis'te, hem kabinede ve hem de ülke sathında, yeni durum ve gelişmelere göre, yeni siyaset üretmeye ihtiyacı var... Bu açık. Başbakanın her yere ve her işe yetişme zorunluluğunun, artık ortadan kalkması lazım!.. Kabine için düşünürsek, iç politikada Bülent Arınç ve Cemil Çiçek, Ekonomide Ali Babacan, Dış Politikada Ahmet Davutoğlu bu ihtiyacı karşılama noktasında doğru isimlerdir. Şimdi parti içinde de, buna benzer bir düzenlemeye ihtiyaç var... Dengir Mir Fırat'ın görevi bırakmasından bu yana, Genel Başkandan sonra parti adına siyasi retoriği etkili biçimde yürütecek; güçlü bir veya birkaç ismin olmayışı açıkçası bu alanda bir zaafın varlığını açığa çıkarmıştı. Bazı yorumların aksine, kabinedeki son revizyonda; Saadet Partisi'nin veya Abdüllatif Şener'in kurmaya çalıştığı yeni partinin, öyle sanıldığı gibi önemli rol oynadığını sanmıyorum. Zira mevcut halde, her iki olgu da AK Parti'yi tehdit edecek düzeyde değil. Zaman içinde durum ne olur belli değil ama, bugün için iktidar partisini en fazla zorlamaya aday görünen parti, MHP'dir. Dolayısıyla AK Parti'nin orijinal menşei olan "Milli Görüş"ten ziyade (Ki, Erdoğan ve arkadaşları o gömleği çıkardıklarını söylüyor...), bundan böyle "Merkez Partisi" konumunu muhafaza etme ve güçlendirme hedefi önemlidir. Kalıcı "Merkez Sağ" hedefi için ağırlık verilecek noktalar, "Milli Görüş"ten ziyade başka alanlardır. Herhalde Erdoğan da bu durumun farkındadır!.. Son olarak şunu belirtelim: Ne kadar ince elenip sık dokunsa da, siyasi görevlendirmelerde her zaman ve her makama en doğru isimlerin getirilmesi mümkün olmaz. Kaldı ki, başarı kavramı da nisbidir. Bazen teoride çok başarılı olanlar, pratikte istenildiği gibi varlık gösteremezler. Bazen de tersi durum geçerlidir. Bir de unutmayalım, siyaset; engebeleri bol olan uzun bir maratondur. Nefesi yeterli olan, eninde sonunda ipi göğüsler...