Dün, kadına yönelik şiddete karşı uluslararası mücadele günü idi… Önemli meselelerde senede bir gün de olsa, hususi bir idrak içinde olmak elbette kıymetlidir. Hayat için geriye kalan 364 günü bir nebze anlamak!..
Evet, kadına karşı şiddete dur diyebilmek için, uluslararası dayanışmaya tereddütsüz ihtiyaç vardır. Çünkü mesele kritik ve evrensel boyuttadır… Beynelmilel ölçekte ve şüphesiz doğru biçimde, ortaya konulan bir gayret ve mücadele insanlık için beklenen ve umulan neticeleri getirebilir. Şiddet sadece kadına karşı değil, erkeğe karşı da, çocuğa karşı da maalesef kaskatı bir gerçek. Ve dünyada bu problemi yaşamayan ülke yok. Kimisi çok kimisi daha çok boğuşuyor… Dikkat ederseniz (daha az) ifadesi burada yer bulamıyor! Zira her ülkede insanlara ve dahi hayvanlara yani aslında bütün canlılara karşı şiddet sarmalı hüküm sürüyor. Bu şiddet sarmalında, diğer canlı türü olarak bitkiler bile şiddete maruz kalmaktan kurtulamıyor. Bakınız kadına karşı şiddetle mücadele günü, İstanbul’da Bahadır Aladağ isimli bir cani, annesini ve babasını öldürdü. Aynı evde kız kardeşini de yaraladı. Sonra başka bir yere giderek kuzenini öldürdü. Bir kişiyi daha da yaraladı. Ve bu seri katil, intihar etmeden evvel eşini, oğlunu ve kayınvalidesini de katletti… Kısacası arkasında kadın, erkek, çocuk ve genç, tam yedi ceset ile biri ağır iki yaralı bırakıp hayatına son verdi… Şu dehşete, şu vahşet ve felakete bakar mısınız? Görülüyor ki, bu konu sadece kadınlarla sınırlı değil. Kadınlara karşı şiddetin tırmandığı yolundaki bilgiler ve sebepleri, bu sahadaki uzman kişilerin analizleriyle daha iyi anlaşılabilir. Bu alanda gerçekten doğru, yeterli ilmî çalışmalara ihtiyaç var.
İstatistik olarak erkeklere yönelik şiddet ve cinayet sayısı, kadınlara karşı olan vakalardan çok daha fazla. Bunun bir sebebi de, erkeklerin daha çok hayatın dışa dönük ve katı mücadele yüklü bölümünde yer almasıdır. Ekonomik, sosyal; siyasal ve ideolojik olarak, baş gösteren her türlü zıtlaşma ve çatışmalarda, tabii olarak erkekler daha çok yer alarak taraf olmakta ve bu yüzden de daha fazla hayati kayıplar vermekte… Kadına yönelik şiddetin artışındaki sebeplerden biri de keza, günümüzde, kadınların ev dışındaki hayat şartları ve ortamına daha fazla katılmaları ve modern yaşayışın getirdiği problemlerinden dolayı olamaz mı? Cümleyi soru formatında kurmamızın sebebi, bu alandaki ilmî çalışmaların hâlâ yetersiz olması ve netice itibarıyla; konuyu her bakımdan değerlendirmek için, gerekli objektif ve bilimsel verilerin elde mevcut olmaması… Dikkat edilirse, bu konuda daha çok vakalar üzerinden subjektif yaklaşımlar gündeme geliyor. Hâlbuki, meselenin taraflı veya ideolojik perspektifle ele alınmasının bizi doğru neticeye götürmesi mümkün değil. İstanbul Sözleşmesine dair tartışmalar bunun açık örneğidir. Cumhurbaşkanı Erdoğan, dünkü konuşmasında malum sözleşmeyle ilgili olarak yürütülen sanal tartışmaların gerçeklerle alakası olmadığını ifade etti. Kadına şiddetin insanlığa ihanet olduğunu belirten Erdoğan, “Sözleşme yaşatır” sloganını işaret ederek, “Sözleşmeler değil, kanunlar yaşatır…” görüşünü teyit etti ve Türkiye’nin bu konuda yasal düzenleme yaptığını hatırlattı. Sayın Cumhurbaşkanı, “Türkiye’de kadına yönelik şiddete karşı duruşun samimiyet testi, teröre karşı cesur bir tavır sergilemektir…” dedi. Hakikaten, “ANALAR AĞLAMASIN” temennisinde bulunurken, terörün anaları ne derece ağlattığını hiçbir vakit dikkatlerden uzak tutmamalıyız. Bu konuda yıllardır evlat acısıyla gözyaşı döken “Diyarbakır Anaları"nın ve onlar gibi, henüz çocuk yaştaki evlatları dağa kaçırılan bütün annelerin hasret ve acısını hep hatırda tutmalıyız…
Ve tabii kadın, erkek; çoluk-çocuk herkese ve bütün canlılara yönelik şiddet ve zulmün karşısında, aynı hassasiyetle durmamız lazım. Şiddet konusunda kadınları kategorik biçimde zayıf taraf olarak kabul edip, her bir vakadaki suçluluk durumunu yanlış ve eksik değerlendirmek sağlıklı bir tavır değildir. Günümüzdeki tartışmaların temelinde bu husus yatıyor. Mesele çok çetrefil. Haklı-haksız, zalim-mazlum değerlendirmesini adil biçimde yapmak hiç de kolay değil… Toplumsal değişme bizim için her geçen gün yeni problemler üretiyor. Daha birine bile doğru teşhis koymadan başkaları sıraya giriyor. Birey-aile-toplum üçgeninde zuhur eden namütenahi problemler, günbegün ağırlığını arttırıyor. Devletin bu konuda alabileceği tedbirler ve ifa edebileceği hizmetler sınırlı kalıyor. Bu durumda ailelere ve tek tek fertlere daha çok sorumluluk düşüyor. Lakin bu sorumluluğu idrak edecek şuura sahip olmak gerekiyor. Bu noktada toplum olarak durumumuzun pek parlak olmadığı maalesef ortada!.. Geçmişte sağlamlığı ile övündüğümüz aile yapımız, ne yazık ki bugün alarm veriyor. Bir nevi içtimai sığınak olan geniş aile yapısı neredeyse kalmadı. Ana-baba ve çocuklardan müteşekkil çekirdek aile yapısı da, ayrılık ve boşanma yani parçalanma felaketiyle boğuşuyor. Modern hayatın dayattığı ahlaki değerlerdeki aşınma, bu vadide en büyük tehdit ve tehlikeyi teşkil ediyor!.. Ancak tartışmalara bakılırsa, meseleye kafa yorduğunu söyleyen birçok kişi, hiç de bahse konu tehlikenin farkında değil. Veya bu hususu yeteri kadar ehemmiyetli görmüyor… Özgürlük konusunda günün modasına kapılıp, işin sorumluluk tarafını göz ardı edenler, doğru bir yol gösteremezler. Yanlış reçetelerle bu en nazik sosyal meseleye çözüm bulmak gerçekçi değil ve olamaz… Mesele bu kadar açık ve net!
İsmail Kapan'ın önceki yazıları...
Kadının canı can da erkeğin canı patlıcan mı? Şiddetin kadına yapılması ile erkeğe yapılması arasında fark yoktur. İsmail beyin de vurguladığı gibi kadın, erkek; çoluk-çocuk herkese ve bütün canlılara yönelik şiddet ve zulmün karşısında, aynı hassasiyetle durmamız lazımdır.
Ben de arttırıyorum, "Kanunlar da değil, kanunları uygulamak yaşatır..." diyorum.
bunun da başlıca sebepleri müslüman bir kişinin islamın 5 şartı ve imanın 6 şartını yerine getirmemesidir tahsil ve kültür farkı insanlar arsında ayrımcılığa yol açar bu bir aşağılama algısıdır