8 Mart Dünya Kadınlar Günü, her yıl olduğu gibi çeşitli tartışma ve atışmalarla geçti. CHP İzmir Milletvekili Canan Arıtman provokatif bir eylem de gerçekleştirdi! Meclis'te Başbakan'ın oturduğu koltuğa siyah çelenk bırakarak, kadınlara karşı işlenen cinayetleri kendince protesto etti... Kadınlara dönük şiddetin ve işlenen cinayetlerin Başbakanın şahsı ve konumu ile doğrudan ne gibi alakası olabilir? Ama belli ki, Arıtman bu noktada öyle pek de ince eleyip sık dokuma derdinde değil. Herhalde kadınlar gününde eylem olsun da nasıl olursa olsun... gibi bir yaklaşım içinde. Meseleler doğru biçimde ele alınmadığı, bilimsel yöntemlerle tartışılmadığı sürece, gerçekten çözüme kavuşturulması da mümkün olmaz. Kadına dönük şiddet, gelişmiş-gelişmemiş, fakir-zengin bütün ülkelerin en önemli problemlerinden birisi. Birey bazında da, yine eğitimli-eğitimsiz; varlıklı-yoksul, köylü veya şehirli fark etmiyor. Dün bütün gazetelerde, "profesör" kariyerli bir kocanın, psikolog olan eşine uyguladığı akıl almaz şiddetin haberi vardı. Daha önceki yıllarda da, yine rektörlük görevi ifa etmiş bir kocanın, eşine karşı şiddet uyguladığı haberleri medyada geniş yer bulmuştu. Şiddet hikâyelerine konu olan ailelerin mali durumları ve kadının ekonomik özgürlüğe sahip olup olmaması da tek başına belirleyici faktör değil. Dün, yani kadınlar gününde iki farklı kadın cinayeti haberi geldi. Bir tanesinde maktul, Giresun'da İcra Müdürlüğü görevi yapan, başından iki evlilik geçmiş ve eşinden ayrı yaşayan bir kadındı. Diğeri de Çanakkale'de, hapse girip çıkmış ve dilencilik yaptığı belirtilen bir kocanın karısını bıçakla öldürmesi haberi idi... Kadına yönelik şiddet konusunda yapılan bilimsel araştırma ve incelemelerin, ülkemizde yeterli seviyede olduğunu söylemek mümkün değil. Bilimsel altyapı ve veriler yetersiz olunca, meseleye dair analizler de genellikle afaki oluyor. Yahut Canan Arıtman'ın yaptığı türden tamamen siyasi ve sansasyonel nitelikte karşımıza çıkıyor. Oysa kadının toplumdaki yeri ve gördüğü muamele, hayatın bütün alanlarıyla ilgili. Toplumların sosyal durumu, ekonomik refah seviyesi; eğitim seviyesi, kültürel etkileşim (özellikle küreselleşme döneminde yerel ve evrensel ölçekte meydana gelen etkileşim, mesela televizyon dizelerinden tutun da küresel moda akımlarının birey, aile ve toplum üzerinde hasıl ettiği değişim vs.); inanç sistemi, gelenekler (Töre olgusu etrafında gelişen olayların ülkemizdeki yoğunluğu mesela...) ve burada tek tek sayamadığımız sair etkenlerin farklı oranlarda şekillendirdiği bir konudur bu. Ancak bu konuda yazılıp çizilenlere bakıldığında, genellikle ideolojik aidiyetlerin beslediği subjektif yaklaşımlar, çoğu kez "feminizm" parantezinde özetlenebilecek tavırlar görülüyor. Yalnızca kadın veya yalnızca erkek gibi, cinsiyet ayırımı yaparak meseleye yaklaşmak yerine; kadını da, erkeği de her şeyden evvel insan olarak ele almak ve insana insanca muamele temelinde gösterilmesi gereken sorumluluk ve hassasiyeti sağlam zemine oturtmak gerekir. Aksi halde, kadın yararına diye ortaya sürülen pek çok düşüncenin etkilerini görüyor ve yaşıyoruz!.. "Kadını özgürleştiriyoruz..." iddiasıyla, onların daha çok istismar edilmesine, daha çok zulüm ve baskı görmesine ve nihayette telafisi imkânsız felaketlere düçar olmasına zemin hazırlayan şartların, basiretli ve insaflı biçimde değerlendirilmesi gerekir.