Türkiye'de, hemen her devirde olduğu gibi; yine bir kavram kargaşası yaşanıyor... Gelişmiş ülkelerde artık yerli yerine oturmuş olan; insan hakları, özgürlük, din ve vicdan hürriyeti, laiklik, demokrasi, kuvvetler ayrılığı vs. kavramlar, Türkiye'de hem düşünce ve bilim alanında, hem de siyaset ve yönetim alanında; kişi ve kurumlarca çok ama çok farklı şekilde anlaşılmaya ve anlatılmaya devam ediyor!.. Mesela laiklik kavramını ele alalım: Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer, Harp Akademilerinde yaptığı konuşma ile, kendince yeni bir tanımlama getirdi laiklik kavramına. Bugüne kadar din ve vicdan özgürlüğünün teminatı gibi takdim edilen laiklik, Sezer'in yeni yaklaşımı ile, bireyin ibadet özgürlüğünün kısıtlanması için bir dayanak olarak dayatılmaya çalışılıyor... Bunun yanında Meclis Başkanı Bülent Arınç'ın bir anlamda Sezer'e cevap teşkil eden konuşması, yani laikliğin din ve vicdan özgürlüğünü kısıtlayacak tarzda değil de; özgürlükleri koruyacak ve genişletecek bir anlamda yeniden tanımlanması yolundaki çıkışı, kendi partisi içindeki bazı isimler tarafından bile değişik şekilde yorumlandı. Başbakan Yardımcısı Abdüllatif Şener, Anayasanın 24. maddesindeki (Din ve vicdan hürriyeti başlığını taşıyor) laiklik tanımının kendisi için geçerli ve yeterli olduğunu ifade etti. Şener'in bu konuda mülakat verdiği medya organının yazdıkları doğru ise, bu açıklamalar doğrudan Arınç'ın konuşmasına bir cevap mahiyetinde idi... Bu arada Bülent Arınç da herhalde eleştirilere cevap olarak; laiklik konusundaki yaklaşımının Anayasanın 2. maddesinin gerekçesinde ifadesini bulduğunu belirtti. Anayasa'nın 2. maddesinin gerekçesinde şöyle deniliyor: "... Demokrasi, egemenliğin millete ait olduğu bir siyasi rejimdir. Hiçbir zaman dinsizlik anlamına gelmeyen laiklik ise, her ferdin istediği inanca, mezhebe sahip olabilmesi, ibadetini yapabilmesi ve dini inançlarından dolayı, diğer vatandaşlardan farklı bir muameleye tabi kılınmaması anlamına gelir..." Anayasa böyle diyor ama, bazılarına göre milletin egemenliği her şey demek değil!.. İşte burada, demokrasiden; seçilmişlerin yönetimini mi, yoksa atanmışların yönetimini anlamak gerektiği noktasında derin görüş ayrılıkları söz konusu. Bazıları kurumların egemenliğini millet egemenliğinin üzerine çıkarma gayretinde! Bu çok açık... Zira çok partili hayata, yani gerçek anlamda demokrasiye geçiş süreci ile birlikte; milletin kararını yansıtan seçim sonuçlarını "karşı devrim" olarak değerlendiren elitistler, halkın oylarıyla iş başına gelen iktidarları sınırlamak, daha açık bir ifade ile, elini kolunu bağlamak için; hep bazı kurumları öne çıkarıyorlar... Bu noktada başta Anayasa Mahkemesi olmak üzere yüksek yargı organları en çok öne sürülen kurumlar. YÖK, Üniversiteler, bazı meslek kuruluşları vs. Söz konusu kurumlar, Anayasa ve ilgili kanunlarla kendilerine verilen görevleri ifa etmekten ziyade; "Cumhuriyeti ve rejimi korumak" gibi bir misyonu üstlenmiş bir görüntü veriyor. Bu durumda siyasete bulaşmaması gereken ve siyaset üstü kalması gereken bazı kurumlar, zaman zaman siyasi partilere benzer faaliyetlerin içine girebiliyor. Yani partiler demokrasisi yerine "kurumlar demokrasisi" hüküm sürer duruma geliyor... Türkiye'nin sıkıntıları da buradan kaynaklanıyor. Demokrasi kavramının, evrensel boyutta algılandığı gibi değil de; "Türkiye'nin kendine özgü şartları" çerçevesine indirgenmesi, insan haklarını da, özgürlükleri de, hukuk devleti ilkelerine uymayı da doğrudan etkileyen bir sonuç doğuruyor. Hukukun gücü yerine, güçlülerin hukuku geçerli olabiliyor. Son zamanlardaki siyasi ve idari gelişmeleri ve bazı yargı kararlarını, bu açıdan yeniden incelediğimizde; demokrasi ve hukuk devleti işleyişinin karşılaştığı zorlukları daha net şekilde görebiliriz... Bu durumda ne yapılmalıdır? Demokrasinin bu ülkede gerçek manada kökleşmesini ve gelişmesini isteyen herkes; yani siyaset adamları, fikir adamları, bilim adamları, düşünce kuruluşları, bu ülkenin ileri gitmesi için gayret gösteren bütün vatandaşlar, kurumlar; temel kavramların yerli yerine oturtulması ve bu konudaki kafa karışıklığının sona ermesi için, ciddi çalışmalara girişmelidir. Eğer kavramları doğru öğrenip anlayabilirsek, herhalde gerisini daha kolay halledebiliriz.