17 Mart 2003 tarihinde, yani ABD'nin uluslararası sistemi açıkça bir tarafa iterek, Irak'ı işgal harekatını başlattığı gün, Birleşmiş Milletler'in prestiji adeta yerle bir olmuş ve teşkilatın geleceği ve fonksiyonu ile ilgili endişeler en yüksek seviyeye çıkmıştı... Geçen zaman zarfında, Irak'ta işler planlandığı gibi yolunda gitmeyince, Amerika yaptığı hatayı farkedip kısmen çarketti ve bu ülkede BM'ye tekrar belirli ölçüde rol yüklemek istedi. Ancak bu defa da, kısmi ve ikinci derecede rol değil de, kontrolün esaslı şekilde Birleşmiş Milletler'e devrini isteyen Güvenlik Konseyi'nin daimi üyelerinin itiraz ve direnişi ile karşılaştı. Halen bu konudaki pazarlıklar devam ediyor ama, BM'nin uluslararası arenadaki fonksiyonu, 17 Mart 2003 öncesindeki performansından çok ama çok gerilerde... İşte böyle bir ortamda, Birleşmiş Milletler Teşkilatına ve onun genel sekreterine, beynelmilel sorunlarda tekrar etkin rol oynama fırsatını veren Kıbrıs meselesi masaya yatırılmış bulunuyor. Genel Sekreter Kofi Annan, kendi ismini taşıyan çözüm planının temel alınarak bir sonuca varılması için bütün yetki ve ağırlığını sonuna kadar kullanmak isteyecektir. Böyle bir yaklaşım da, ihtilafın sona erdirilmesi için her zamankinden daha fazla olumlu etki yapacaktır. Önceki gün başlayan ve dün de devam eden ön görüşmelerin (Sizler bu satırları okurken ikinci tur görüşmelerin sonucu belli olmuş olacak...) seyri, Annan'ın bu yöndeki çabalarının bir göstergesi. Yani, daha baştan tarafların isteksizliğini veya kendi şartlarının bütünüyle kabul edilmemesini bahane ederek, görüşme sürecini hemen bitirmemiştir. Sürdürmek için her yolu da deneyecektir! Rauf Denktaş, New York'a hareket etmeden önce, Çarşamba günü dönmeyi pilanladıklarını ifade etmişti. Bu sözlerin altında yatan düşünce, Denktaş'ın istemeyerek oraya gittiği, ancak daha ilk etapta tavrını koyup masadan kalkacağı... şeklinde okunmuştu. Ama öyle olmadı. Çünkü bu defa, ihtilafın asıl tarafları olan KKTC ve Rum Yönetiminden ziyade, çözüm için bastıran başka aktörler her zamankinden kararlı görünüyor. Garantör devletler olarak Türkiye, Yunanistan, ABD ile AB ve Birleşmiş Milletler... İşte bu yeni durum, besbelli çözüm için istekli görünmeyen Denktaş ve Papadopulos'un tavırlarında esaslı değişiklik yapmasını sağlamış bulunuyor. Şu saate kadar yapılan açıklama ve dışarıya sızan bilgilere göre, görüşme sürecinin devam edeceği yönünde güçlü işaretler veriyor. Ancak her an her şey olabilir... Ancak tekrar edelim ki, Kıbrıs meselesinin artık çözüme kavuşması için özellikle Amerika Birleşik Devletleri çok aktif şekilde devreye girmiş bulunuyor. Avrupa Birliği'nin bu konudaki yaklaşımı da ortada. Birleşmiş Milletler'in yeniden prestij kazanmak için eline geçen fırsatı sonuna kadar değerlendirmek istemesi olgusu da eklenirse, Denktaş ve Papadopulos'un aksi yöndeki direnci buna dayanamaz. Türkiye'de, hayli dar bir çevrede seslendirilmeye çalışılan bildik nakaratın da eskisi gibi dinleyicisi yok. Defolu mal gibi, bayat fikirlerin de müşterisi artık eskisi kadar bol değil. Yalnızca "Milli Dava" demekle iş bitmiyor. Davanın zaafa uğramaması için de akıllı çalışmalar yapmak gerekiyor... Bir şey daha var; milli davanın gölgesinde şahsi davaların sürdürülmemesi de icap ediyor! Bu nazik durumu daha başka anlatmaya gerek var mı acaba?!