Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanı Murat Kurum, deprem bölgesindeki on bir şehirde, 84 bin 726 binanın yıkık veya ağır hasarlı olduğunun tespit edildiğini söylüyor… Bu sayıya köylerdeki binaların da dâhil olup olmadığı net değil. Felaketin üzerinden 12 gün geçti.
Hâlihazırdaki vefat sayısı, 40 bine dayanmış durumda. Hâlâ daha enkaz altından birer ikişer vatandaşlarımız canlı olarak çıkarılıyor. Bu durum yüreklerimize su serpiyor. Ancak yıkıntıların altında, çıkarılmayı bekleyen ceset sayısının da ne kadar olduğunu maalesef bilmiyoruz! Bir taraftan arama-kurtarma ve enkaz kaldırma çalışmaları devam ederken, diğer yandan da hukuki alanla ilgili çalışmalar devam ediyor. En başta, can kayıplarının bu kadar yüksek olmasındaki sebepler sorgulanıyor tabiatıyla. Bu korkunç yıkımın meydana gelmesinde, kusur ve ihmali bulunan özel ve tüzel kişilerin tespit edilmesi; haklarında yargı sürecinin gecikmeden başlatılması, sorumlu olanların gerekli cezaya çarptırılması, toplum vicdanı adına şiddetle istenen ve beklenen bir durum… Herkes bunu dillendiriyor ama hukuki hesaplaşma, ne ölçüde gerçekleşebilecek acaba? 1999 Gölcük Depreminde, yıkılan ve binlerce can kaybına sebebiyet veren binaların sorumluları hakkında, vicdanları rahatlatan biçimde, tahkikat ve yargılamaların yapılmadığı maalesef bir gerçektir. Toplam 6 bin 286 kişi hakkında hukuki muamele yapıldı. Akılda kalan tek kişi, Veli Göçer isimli müteahhit ve emlakçı oldu…
Kendisi 198 kişinin ölümüne sebebiyet vermekten, 18 yıl 9 ay hapis cezası aldı. Yedi buçuk sene yattıktan sonra tahliye oldu, daha sonra adil yargılanmadığı gerekçesiyle AİHM’ye başvurdu… Oğlu ve ortağı ise, 7,5 yıl boyunca firari oldukları için, haklarındaki dava zaman aşımına uğradı. Alın size hukuk ve adalet!.. Bakalım bu defa neler olacak? Elbette tek sorumlu müteahhitler değil. Lakin şu ana kadar, daha çok bunlar takibata uğramış durumda. An itibarıyla da 83 kişi tutuklanmış bulunuyor. Ama soruşturmaya tabi tutulanların sayısı iki yüze yaklaşmış. Mülk sahibinden proje sorumlusuna; müteahhitten şantiye şefine, yapı denetim görevlilerine, imar ve iskânla ilgili diğer kamu kuruluşlarındaki yetkililere, hâsılı imar mevzuatı çerçevesinde; inşaat izni ve sonraki her safhada gözetim ve müdahalede bulunmakla yetkili ve görevli bütün sorumlular hakkında esaslı tahkikat yapılmadan, adil bir neticeye varmak mümkün değil. Sadece inşaat süreci ile de sınırlı bir durum değil mesele… Konut veya iş yeri olsun, yapının kullanılması sırasında da aksatılmaması gereken kontrol ve denetimlerde; kimler, hangi merkezi ve mahallî yönetim birimleri görevliyse, onların da sorumluluğu esas değil midir? Mesela KOLON KESME diye bir facia var… Özellikle binaların alt katlarında, iş yerleri için fazla alan açmak maksadıyla binaların kolonları fütursuzca kesiliyor. Bu cinnettir, cinayettir. Son felaket dolayısıyla da, onlarca bina ve apartman için aynı şikâyetler yükseldi. O kadar ki, bu binaların bazısı hakkında şikâyet yapıldığı, davalar açıldığı hâlde, ilgili makamlar gerekli ilgi ve hassasiyeti göstermemiş… Şikâyetler takipsiz bırakılmış.
Evet, bunların her biri kendi başına bir hukuki facia! Üstelik bu kadar canlar kaybolduktan sonra, hele hele eşi görülmemiş son felaketin getirdiği yıkımlar arasında, bu cinayetlerin belge ve delillerini bulup çıkarmak hiç de kolay olmayacak gibi. İşte o yüzden, “ÖLÜM APARTMANLARINA 83 TUTUKLAMA” başlıklarıyla, televizyonlarda tekrarlanan haberleri iyi takip etmek gerekiyor. Bakalım nereye kadar gidecek? Bugüne kadar meydana gelen yıkım ve ölümler, ders almamız için bizlere fazlasıyla tecrübe sundu. İş ki o dersi alabilelim. Asıl mesele, tek kelimeyle geçmişteki hatalara devam edip etmeyeceğimizdir. Sadece mahkeme kapılarında oluşacak kalabalık kitlelerin öfkesi değil, yıkılan her binanın molozları da, bundan böyle benzer felaketlerin yaşanmaması için, hangi adımları atmamız gerektiğini bize ihtar ediyor… Sözün bittiği yerdeyiz!