Suudi Arabistan Kralı Abdullah'ın ziyaretinin Orta Doğu'da gerilimin had safhada olduğu bir dönmede gerçekleşmesinin siyasi açıdan taşıdığı önem ortada. Dünkü yazımızda Arap âlemi içindeki dengeleri ve Suudi Arabistan'ın konumunu özetlemeye çalışmıştık. Elbette bu ziyaret, iki ülke münasebetlerine hayli ivme kazandıracaktır. Bundan böyle çeşitli kademelerde gerçekleşecek olan temaslara bu ziyaretin olumlu havası mutlaka yansıyacaktır. Bu ziyaret vesilesiyle, Orta Doğu'daki karmaşanın Ankara'da en üst seviyede görüşülmüş olması en azından sembolik olarak anlam taşımaktadır. Türkiye ile Suudi Arabistan'ın bu konuda paralel (Hiç olmazsa birbirine açıkça zıt olmayan) politikalar benimsemesi, pek çok konuda kolaylık sağlayacaktır. Cumhurbaşkanı Sezer ve Kral Abdullah'ın mesajları bu yönde olumlu bir havayı yansıtmaktadır. Ancak şunu unutmayalım; Büyük güçler, Orta Doğu'yu yeniden dizayn etme isteğinde ısrarlı. Onların emperyalist hamlelerinden en az hasarla kurtulmanın yolu iş ve güç birliği yapmaktır... Kuveyt, Katar, Bahreyn ve Umman'daki, binlerce Amerikan askerini barındıran dev üslerin benzerlerine ev sahipliği yapan Suudi Arabistan; aslında bu durumu en iyi anlayıp değerlendirecek durumdadır!.. Bu açıdan Türkiye ile yakınlaşmak ve iş birliğini geliştirmek, elbette kendi menfaatlerine uygundur. Suudi Arabistan ile Ankara'da imzalanan ticaret ağırlıklı beş anlaşma ve bir mutabakat, ekonomik alanda bu iş birliğini pekiştirecek önemli bir adımdır. 2.25 milyon kilometre kare genişlikte 17 milyon nüfusa sahip bir ülke olan S. Arabistan, petrol zenginliğine rağmen, 1990'daki Körfez savaşından sonra önemli ekonomik sıkıntılara girmiş ve IMF'ye başvuracak duruma gelmişti. Ancak son iki-üç yıldır yüksek seyreden petrol fiyatları sayesinde tekrar bir toparlanma dönemine girmiştir. Bu arada medyada da çok yazılıp-çizildiği üzere; 11 Eylül 2001'den sonra genel olarak Amerikan cenahından Araplara karşı gösterilen olumsuz tavırlar, Arap sermayesinin de kendisine yeni ve daha güvenli limanlar araması sonucunu doğurmuştur. Arap sermayesinin ne kadarı Türkiye'ye gelir? Bunu zaman gösterecektir. Ancak bu yönde belirgin bir temayül görülmektedir. Burada önemli hususlardan biri de, Türkiye'nin bu sermayeyi çekecek akıllı politikalar uygulamasıdır. Mevcut iktidarın bu konuda iyi niyetli bir gayret içinde olduğu anlaşılıyor. Ancak Arap sermayesinin genel kontrol ve yönlendirilmesinin hangi ekonomik merkezler tarafından gerçekleştirildiğini iyi incelemek lazımdır. Bunun için de Arap yarımadasındaki son yüz elli yıllık siyasi ve ekonomik gelişmeleri mercek altına almak gerekir... Türk medyasının son günlerde hakkında pek çok şey yazdığı El Suud ailesi hakkında kamuoyunun bilgileri çok yüzeyseldir. Ailenin köklerini öğrenmek için 1700'lü yıllara geri dönüp Necd Çölü'ndeki Der'iye, kasabasına uzanmak gerekir. Abdurrahman bin El Suud'un, Vehhabiliğin kurucusu Muhammed bin Abdülvehhab ile olan ilişkilerini irdelemek İngilizlerin bölgedeki faaliyetleri hakkında çok önemli bilgiler verir. Kral Abdullah, İngilizlerin büyük desteği ile 1932'de Suudi Devletini kuran Abdülaziz Bin el Suud'un 70 (yazıyla yetmiş) oğlundan biridir. Babası Abdülaziz, bölgedeki kabileleri kendisine sıkı sıkıya bağlamak için aile bağları kurma ihtiyacı hissetmiş olacak ki, (her dönemde mevcudu dörtten fazla olmamak üzere) tam kırk beş kadınla evlenmiştir. Abdüalziz'in 1953'te vefatından sonra, saltanat oğulları arasında tevarüs etmeye başlamıştır. İlk önce büyük oğlu Suud, daha sonra Faysal, onun yeğeni tarafından öldürülmesinden sonra Halid; Halid'in kalp krizinden ölümü üzerine Fahd (Doğru telaffuzu Fehd'dir) ve onun da geçen yıl vefatından sonra Abdullah geçmiştir. Abdullah'ın da Veliahtı, kardeşi Prens Sultan bin Abdülaziz'dir (Eski Genelkurmay Başkanı ve Savunma Bakanı). Kraliyet idaresinde Veliaht; aynı zamanda Başbakan birinci yardımcısı ve Jandarma Genel Komutanı (Naibu reis-i meclis-i vüzera ve reisu harasil vatani) sıfatını taşır. El Suud ailesi oldukça kalabalık olup; devletteki askeri ve sivil (valilik, büyükelçlik vs.) nerdeyse bütün önemli görevler prensler tarafından yürütülür. Önemli bakanlıkların tamamı aile bireylerine teslim edilmiştir. Halihazırda, Kral Abdulluh ile Veliaht Sultan bin Abdülaziz'den sonraki en önemli kişi, İçişleri Bakanlığı yapan Prens Naif bin Abdülaziz'dir. Suudi Arabistan Krallarının şimdilerde kullandığı "Hadimu-l Harameyn-iş Şerifeyn" unvanı için belki bir yazı daha yazmam gerekir...