Haber ne kadar da rahatsız edici; Washington'daki Hudson Enstitüsü, benzerleri olan düzinelerce think tank kurtuluşunun yaptığı gibi; Türkiye'yi konu alan bir "Beyin Jimnastiği" yahut "Beyin Fırtınası" toplantısı düzenlemiş ve bu toplantıda; Türkiye tarafından Kuzey Irak'a yapılabilecek muhtemel bir askeri harekatın, Amerika ile olan ilişkilerine nasıl bir etki yapacağı konusu tartışılmış... Toplantıya başkanlık eden de, daha önce "Türkiye'de darbe ihtimali fifty - fifty" diye rapor yazan ve ABD hariciyesinin sözcülerinden biri ile dost hayatı yaşayan bir bayan uzman... Haberde aktarılan bilgilere göre; aynı toplantıya halen muvazzaf olan iki tane Türk general de iştirak etmiş. Birisi Türkiye'nin Washington'daki askeri ataşesi, diğeri de; Genelkurmay Başkanlığı bünyesinde kurulu bulunan Stratejik Araştırma ve Etüd Merkezi (SAREM)'nin başkanı imiş. İşte bu toplantıda, Türkiye ile ilgili çeşitli "senaryo"lara göre, analiz ve değerlendirmeler yapılmış. Şimdi sıkı durup, bu senaryolardan birinin nasıl olduğuna bakalım: Güya Anayasa Mahkemesi Başkanı Tülay Tuğcu, (Kendisi birkaç gün önce yaş haddinden emekliye ayrıldı.) suikaste uğruyor. Diğer taraftan İstanbul'un Beyoğlu semtinde; PKK tarafından gerçekleştirilen (veya öyle gösterilecek olan) bir saldırıda elli kişi ölüyor... Bunun üzerine Türk Silahlı Kuvvetleri, elli bin kişilik bir askeri kuvvetle, Kuzey Irak'a girip PKK'ya karşı operasyon yapıyor... Senaryonun bir bölümünde de, tam böyle bir ortamda ABD'nin Irak'taki kuvvetleri tarafından; bölücü örgüt PKK'nın bazı yöneticileri yakalanıp Türkiye'ye teslim ediliyor. Ancak böyle bir durumda, ABD'nin bazı siyasi partileri kayırıyormuş görüntüsü vereceği ve seçimler öncesinde bunun Adalet ve Kalkınma Partisinin hanesine olumlu puan olarak yazılması ihtimali sebebiyle, böyle bir hareket tarzının doğru olmayacağı bile değerlendiriliyor!... Vay anam vay... Sevgili okuyucular; Şimdi burada durup derin derin düşünelim. Ama hepimiz düşünelim. Yetkili yetkisiz, etkili etkisiz; milliyetçi ulusalcı, sağcı solcu; liberal demokrat, ilerici, özgürlükçü, muhafazakar demokrat, yahut sosyal demokrat, partili partisiz; taraflı tarafsız, demokrasi yandaşı veya militarist otoriter yönetimden yana tavırlı; kısacası bu memlekette yaşayan ve bu ülkenin havasını, suyunu tüketen herkes düşünmeli! Bizim ülkemiz hakkında böyle bir senaryo, kimler tarafından (aslında bu soru yersiz, ama olsun gene de işaret edelim) ve nasıl yazılabiliyor ve ne cür'etle bu şekilde tartışılabiliyor?! Denilebilir ki, her ülke hakkında; başka devletlerin resmi gayrı resmi veya yarı resmi kuruluşlarınca böyle senaryolar yazılıp değerlendirilebilir. Doğru ancak, bu tartışmaların hepsi kapalı kapılar ardında ve gizli kapaklı şekilde yapılır. Lakin, Türkiye'nin halen resmi görevde bulunan iki generalinin bulunduğu bir toplantıda, ülkemiz hakkında böyle senaryolar tartışılabiliyorsa, işte o zaman çok değişik bir durumla karşı karşıyayız demektir. Tabii burada cevabı aranan çok soru var. Adı geçen generaller, bu toplantıya nasıl bir görevlendirme ile katıldılar? Kim, hangi makam yaptı bu görevlendirmeyi? Generallerimiz bu senaryolara ve tartışmalara ne gibi bir tepki verdiler? Daha doğrusu tepki verdiler mi? Bu toplantının sonunda, devletimizin ilgili birimlerinde nasıl bir değerlendirme yapıldı? Bunların hiçbirisini bilmiyoruz... Hadise gerçekten çok rahatsız edici. İktidar partisinin bir milletvekili, "bu ihanettir" demiş. Bize göre, durum ihanetin de çok ötesinde... Burada çok şey yazmak gerekiyor ama; şu durumda yazmanın bir faydası yok. Sadece şunu ifade etmekle yetinelim; Türkiye Cumhuriyeti devletini, adeta bir "Muz Cumhuriyeti" gibi yansıtan bu olay, öyle yenilir yutulur cinsten bir şey değil. İçeride hamaset yapanlar, yek diğerine kabadayılık taslayanlar, lafa gelince mangalda kül bırakmayanlar; "Bölgesel Güç" olduğunu iddia eden devletimizin, küresel güçlerin etki unsurları tarafından nasıl ele alındığına bakıp kara kara düşünmelidir. Oynatılan gölge oyunlarında, kim hangi rollerde ve daha da önemlisi, ipler kimin elinde? Dar alana sıkışmış siyasetteki küçük oyunlarla sonuç almaya çalışan Devletlularımız, kısa bir süre için; birbirleriyle bilek güreşini bırakıp; küresel güçlerin bizi hangi kalıplar içine sokmaya çalıştığını görmeye çalışsınlar olmaz mı! Basiretsizlik ve hırsın birbirini beslemesine ve körüklemesine bir gün set çekilemeyecek mi? Sokaktaki vatandaşlarımız da, ülkemiz için yazılan bu senaryoları her gün duyduğuna göre; bankalara, kiliselere yapılan sabotajlara, yakalanan askeri orijinli bombalara, Danıştay saldırısına, Hırant Dink cinayetine, Şemdinli olaylarına, toplumu kamplaştırmak ve ayrıştırmak için cenaze merasimlerine kadar sokulan nifaklara, farklı bir pencereden bakıp, bütün bunların perde arkasını, yani gerçek sebebini görmeye ve anlamaya çalışmalıdır. Kurtlar sofrasına meze olmak ne sefil bir durum... Yazık, çok yazık! Not: Yıllık izin dolayısıyla bir müddet yazılarıma ara veriyorum. Yeniden buluşmak dileğiyle.