Liberallerin evhamı...

A -
A +

Eğer böyle giderse, evham kelimesi de durumu ifade etmeye yetmeyecek gibi! Epey zamandan beri, Ahmet ve Mehmet Altan kardeşlerin Erdoğan'a yönelik, "tek adamlığa oynama ve otoriterleşme" ithamları devam ediyor. Özellikle Ahmet Altan'ın, giderek bir saplantıya dönüşen yaklaşımına dair, ayrı bir yazı yazmak gerekir. Altan Kardeşlere, kendilerini liberal ve sosyal demokrat olarak tanımlayan ve konumlandıran isimlerden de, istikrarlı veya sporadik biçimde katılan birçok isim var. Boğaziçi Üniversitesinden Prof. Faruk Birtek, işi o kadar abartmış ki, "Türkiye cahiliye devrini yaşıyor..." diyecek kadar kontrolünü kaçırmış! Birtek'e göre Sağlık Bakanı da, Ulaştırma Bakanı da, Enerji Bakanı da, Çevre Bakanı da işini bilmiyormuş. Hatta Çevre Bakanı çevre düşmanı imiş! Eh, sosyolog Birtek, demek ki, hem tıpçı, hem elektrik mühendisi, hem inşaat mühendisi, hem çevre mühendisi hem, hem, hem... Birtek'e göre, Çamlıca Tepesine cami yapmak, gösterişten başka bir şey değil. Mimar Sinan'ın şehrinde cami yapmak, "plastik araba ile gezmeye benzer..." diyor ve ilave ediyor: "Ismarla Çin'e dört tane kubbe, göndersin. Yarısı plastik, yarısı altın olsun..." Prof. Birtek'in, bir tek tespiti mantıklı olabilir. O da yerli yerinde kullanıldığında. Cami yapımında Mimar Sinan ile yarışmak, bugün kimsenin haddi değildir. Ama cami yapmak başka, yarışmak başka!.. Şunu da ilave edelim: İstanbul'u fethettiği hafta, Ayasofya'yı camiye çeviren Fatih Sultan Mehmet, dileseydi ve gerekli görseydi, o zaman Pera denilen Taksim Meydanı'na da bir muhteşem cami yapabilirdi. Hatta İstanbul'u almadan evvel, Çamlıca Tepesine, Ayasofya'ya nazire olacak şekilde bir cami de yapabilirdi, Boğaz'ın kenarına hisarı yaptığı gibi... Yani meseleyi doğru biçimde ortaya koymak gerekiyor. Yoksa eleştiri diye karalama yapmak iş değil. Şahin Alpay da (Zaman), iktidar partisinin Haziran 2010 seçimlerine kadar çok önemli işler başardığını belirttikten sonra şöyle diyor: "Ne var ki, geçen haziran'da yapılan son genel seçimlerden, 'ustalık' dönemine girdiğinin ilanından sonra AKP İktidarı, adım adım tanınmaz bir kimliğe büründü. Başbakan Erdoğan'ın söylemi kabaca şu hal aldı: Milli İrade, millet benim... Halk çıkarını bilmez, ben bilirim. İhaleleri kimin alacağına, medyanın neyi yazacağına ben karar veririm. Futbolu, sanatı, tiyatroyu, dini, kürtajı, sezaryeni en iyi ben bilirim... Halkın yarısının oyunu alan hükümeti eleştirmek, Türkiye'nin kalkınmasını istememek, yabancıların oyununa gelmek demektir, ihanettir..." Alpay, bu değişimin sebepleri hakkında da birçok teori ileri sürüldüğünü belirtiyor. Özetle Başbakan'ın, iktidarını yerleştirmiş olmaktan ötürü; artık "devlet benim" konumuna geldiğinden tutun da, mutlaka cumhurbaşkanı/başkan seçilmek istediği, bunun için milliyetçi iş birliği stratejisiyle MHP oylarını çekmek istediği, demokratlığı bırakıp muhafazakârlığa, hatta "RP İslamcılığına" döndüğü, şişirilmiş özgüven, tek adamlıkta ısrar, çevresindeki şakşakçıların başını döndürdüğü, hatta beden ve ruh sağlığının yerinde olmadığı... gibi, hayli uçuk-kaçık ve taban tabana zıt görüşün harmanlandığı bir çeşitleme yapıyor. Yer kalmadığı için, değerlendirme yarına.

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.