1987 yılı Eylül'ünde Libya'nın Fizan Çölüne (Hani tarihte hep sürgün yeri olarak bildiğimiz Fizan...) indiğimizde, elli beş derece sıcaklık ve müthiş bir kum fırtınası yüzümüzü-gözümüzü ince kumlarla sıvamıştı. Fizan'a gidiş sebebimiz, Libya'nın elli yıllık su ihtiyacını karşılayacak "Büyük Yapay Nehir" projesini yerinde görmekti. (Birçoğu 500 metreden daha derin olan 1300 tane su kuyusundan elde edilen içme suyunun, 1900 kilometrelik mesafeye 4 metre çapındaki çift hat borularla taşındığı, 25 milyar dolarlık bu devasa proje halihazırda büyük çapta tamamlanmış bulunmaktadır.) Proje Libya'nın geleceği açısından, hakikaten heyecan verici idi. Muammer Kaddafi, o sene Amerika'nın (Reagan dönemi.) Almanya'daki bir diskotekte; askerlerine karşı yapılan bombalı saldırıya misilleme olarak yaptığı hava saldırısından, yaralı olarak kıl payı kurtulmuştu. O sebeple de, "Devrim yıl dönümü" konuşmasında, halen protestocuların doldurduğu Yeşil Meydan'da (Saha-al Khadra) çok ateşli bir konuşma yapmıştı ve sözlerini "Amerika'ya ölüm!", "Siyonistlere ölüm!.." diye bitirmişti. O konuşmayı dinleyenler arasında, Filistinli liderler Yaser Arafat ve George Habbaş'ın nasıl alkış tuttuğuna yakından şahit olmuştum. Daha sonra Kaddafi'nin ABD ile arası iyice bozuldu. 1988'de, 257 yolcusu ile İskoçya'nın Lockerbie kasabası üzerine düşen Pan American uçağına yapılan sabotajın, Libyalı iki militanın işi olduğunun tespiti üzerine, bu ülkeye karşı yıllarca sürecek bir hava ambargosu uygulamaya konuldu. O yüzden 1995'te Tansu Çiller ile; 1996 Ekiminde dönemin Başbakanı Necmettin Erbakan'la Libya'ya gittiğimizde, Tunus'un Cerbe adasına inerek, geri kalan yolu karadan katetmek zorunda kalmıştık. O ziyarette, Kaddafi'nin Türk heyetine karşı yaptığı büyük saygısızlık ayrı bir mevzu... Ama Libya, tam 357 sene Osmanlı idaresinde kalmış bir ülkedir. Dolayısıyla tarihî ve kültürel bağlarımız hem çok derin, hem çok güçlüdür. Kaddafi sık sık yaptığı egzantrik çıkışlara rağmen, genel olarak Türkiye'ye karşı olumlu tavır içinde olmuş, 1974 Kıbrıs Harekatı sırasında ise, diğer Arap ülkelerine nazaran çok net bir şekilde Türkiye'den yana tavır koymuş ve önemli askerî destekte bulunmuştur. Dürüstlük ve objektiflik adına bunu da hatırlamak durumundayız. Diğer taraftan Libya, müteahhitlerimizin ilk dış tecrübelerini edindiği ülkedir. Burada milyarlarca dolarlık iş almış ve tamamlamışlardır. Bazen sıkıntılar yaşanmış olsa da, Libya Pazarı, Türk müteahhitleri için çok verimli olmuştur. Halen de onlarca firma ve binlerce çalışanımız, burada faaliyet halindedir... Şüphesiz bugünkü tablo, gelecekte de devam edecektir. Libya'nın siyasi durumuna gelince, kırk iki yıldan beri devam eden Kaddafi Yönetimi, diğer Arap ülkelerindeki despot rejimler gibi halkı canından bezdirmiştir. "Cemahiriye-cumhurlar" denilen ve Libya dışında bildiğimiz kadarıyla, yalnızca Afrika'nın Burkina Faso ülkesinde uygulanan ya da uygulanmaya çalışılan bu rejimde, her şey "Lüccân" denilen halk bürolarının elinde. Lüccân (Lecne'nin çoğulu) tam bir paralel devlet. Yani devletin normal mekanizması bir tarafa, lüccân bir tarafa. Bu arada Kaddafi ailesi, âdeta bir hanedanlık!.. Baksanıza oğul Seyfülislam Kaddafi'nin konuşmalarına. Son adamına ve son kurşunlarına kadar direneceklerini söylüyor. Maalesef çok sayıda ölü var. Temennimiz, daha fazla kanın akmaması ve Libya'nın bir an evvel çağdaş bir idari düzene ve sükunete kavuşmasıdır.