“Devletin kuruluş belgesi” veya “tapu senedi” olarak değerlendirilen bir anlaşma, hem de üzerinden yüzyıl geçmesine rağmen, hâlâ daha tam olarak anlatılmamış ve anlaşılmamışsa, buna ne demeli? Günümüzde devam eden tartışmalarda da, günübirlik yaklaşım söz konusu…
Lehte olanlar, resmî tezleri tekrarlayarak savunmaya çalışıyor. Bu anlaşmayı başarısız bulanlar da, kendi görüşlerini serdederek muhalefet etmeyi sürdürüyor. Netice olarak bu kısır döngüden bir sonuç çıkmıyor tabii. Mesela en çok seslendirilen hususlardan biri şudur: Lozan Anlaşmasının gizli maddeleri var mı, yok mu?
Resmî tezleri savunanlar şiddetle karşı çıkıyor ve böyle bir şey olamayacağını belirtiyor. Anlaşma metninin daimî ve geçici maddeleriyle birlikte ortada olduğunu, bunun esas kopyasının da ‘depozitör devlet’ olarak, Fransa’nın devlet arşivlerinde bulunduğunu söyleyerek gizli madde konusunu zinhar reddediyorlar.
Lozan metninin ortada olması, işin bir boyutu. Ama devletler arasında gizli anlaşmaların olduğu ve olabileceği de meselenin bir başka boyutu. Bunun en meşhur misali, İngiltere ile Fransa arasındaki Sykes-Picot anlaşmasıdır. Rusya’da, Bolşevik ihtilali olunca, iktidara gelen komünistler ifşa edene kadar, ne Osmanlı Devleti ne de Araplar bu anlaşmadan haberdardı.
Bazıları konuyu dağıttığımızı sanabilir, ama öyle değil. Çünkü Sykes-Picot anlaşması, muhteva-maksat itibarıyla tam da Lozan Anlaşmasına göbekten bağlı. Arap topraklarının bu iki devlet arasında paylaşılması yani. Yani Misak-ı Millî sınırları içinde olan Musul-Kerkük ve Halep ve o tarihte henüz bize katılmamış olan Hatay vs. yerleri aralarında taksim etmeleri. Rusya’ya da Boğazlar üzerinde hak tesisi etme karşılığında, bu anlaşmanın gizli tutulması sağlanmıştı. Arapları keza, “Osmanlıya karşı bize destek verin size yekpare büyük bir ‘Arap Devleti’ kurduralım" diye kandırmışlardı. (Lozan Anlaşma metninin gizli bir tarafı yoktur) demek başka, Lozan’a giden süreç içerisinde, birileri arasında gizli-saklı anlaşma olmadığını iddia etmek başka. Merhum Mahir Kaynak, kıymetli bir İktisat Profesörü ve devletin istihbarat teşkilatında önemli görevler almış bir kişi idi…
“Lozan’ın yazılı olan olmayan maddelerinden” sık sık bahsederdi. Çok farklı perspektiften izahlarda bulunurdu… Merhum Kaynak bu konuda yalnız da değil. Benzer tezleri seslendiren başka araştırmacı ve akademisyenler de var. (Prof. Mehmet Hakan Sağlam gibi.) Dememiz o ki, Lozan’ı tek taraflı bakış açılarıyla anlamak ve anlatmak hiç sağlıklı değil. Ne var ki, daha müzakere safhasında iken, Ankara’da, bu konu üzerine kalın bir perde örtülmüştür. Takrir-i Sükûn kanununa madde ilave edilerek, Lozan aleyhine konuşmak ihanet sayılmış.
İkinci Grup denilen, TBMM’deki mebuslar sindirilmiş, Trabzon mebusu Ali Şükrü Bey infaz edilerek büyük gözdağı verilmiştir… Devleti resmî görüşünü telkin etmek üzere, Cemil Bilsel ve daha sonra Ali Naci Karacan tarafından kitaplar yazılmış ve bugüne kadar bunlarla gelinmiştir. Buna karşılık Kadir Mısıroğlu’nun yetmişli yılların başında neşrettiği; “Lozan, zafer mi hezimet mi?” kitabı, çok farklı tenkitler ihtiva ediyor. Burada sorulan dikkat çekici soruların hâlâ cevapsız durumda olduğunu belirtelim…
Netice olarak Lozan Anlaşmasının bazı hükümleri bugün bizi derinden etkilemeye devam ediyor. Lozan imzalandığı zaman Irak ve Suriye diye bağımsız devlet yoktu. Bugün fiilen üç parçaya bölünmüş Irak’ta, Musul ve Kerkük etrafında yeni projeler yürütülüyor. Keza paramparça durumdaki Suriye’de, Rusya’nın da desteğiyle; İran, Halep’te çok tehlikeli demografik operasyonlar yapıyor!.. Lozan’da kaybettiğimiz Ege Adaları çok daha başka bir çıbanbaşı olarak karşımızda duruyor. Kıta sahanlığı, karasuları, münhasır ekonomik bölge; kısacası bugün “Mavi Vatan” diye tanımladığımız denizlerdeki hak ve menfaatlerimizi tehdit eden konular, Lozan kaynaklı… Lozan Anlaşmasını tam ve doğru olarak anlamak hayati bir konu. Bugün yüz yüze geldiğimiz problemlerin kaynağını bilmeden nasıl bir çözüm getirebiliriz ki? Unutmayalım, Kıbrıs ve Mısır dahi, kesin olarak Lozan Anlaşmasıyla elimizden çıkmıştır! Resmî tarih tezleriyle bu meseleleri doğru biçimde kavramamız asla mümkün değil…
Aradan yüz yıl geçmesine rağmen, hâlâ daha bu derece kritik meseleler üzerine gidilemiyorsa, ortada büyük bir sıkıntı var demektir. Lozan’ı sırf birilerini övmek için körü körüne savunmak değil, eğrisiyle-doğrusuyla her yönünü, serbest tartışmaya ve bilimsel araştırmalara açmak şarttır. İkide bir Sevr Projesini hatırlatarak, Lozan’ı savunmaya kalkmak da çare değil. Adı üstünde, Sevr bir anlaşma değil, bir projedir. Sultan Vahdeddin Han, bu projenin orada onaylanması tehlikesine karşı, Meclis-i Mebusan’ı feshetmiştir. Hâsılı bu önemli konuları gün ışığına çıkarmak lazım...