Halk arasında şöyle bir deyiş vardır: Allah doktorlara düşürmesin, ama eksikliğini de vermesin... Benzer bir sözü, mahkemeler için de söylemek kabil. Haddizatında, mahkemeler sevimsiz yerler! Adaletin tecelligâhı olarak bilinen ve öyle olması gereken bir yer için, ne biçim konuşuyorsun diyenleriniz çıkabilir! Hukuk eğitimi almış ve bir müddet de avukatlık yapmış bir kimse olarak, bu sözü ölçerek-biçerek kaleme alıyorum. Yani ne dediğimin farkındayım, merak etmeyiniz. Yine bir halk deyişine müracaat edelim: Paran çoksa kefil ol, vaktin bolsa şahit ol... İnsanlar keyfi için mahkemelere gitmez elbette. Orayla yolu kesişenlerin, mutlaka bir müşkülü var demektir. Davacının, davalının ve de şahitlerin mahkeme salonuna gitmesi, bir mecburiyet. Bazen de bir insani ve içtimai sorumluluk mahiyetinde olabilir. Demem o ki, mahkeme salonları ve avluları bir piknik alanı, eğlence ve festival mahalli değildir. Mahkemenin işleyişini etkileyecek derecede, bu mahallerde eylem yapmak veya kargaşa çıkarmak, adalete yardımcı olmak anlamına asla gelmez... Çünkü mahkeme heyeti, duruşma salonunda atılan sloganlara veya avluda açılan pankartlara göre karar vermez. Ya neye göre verir? Dosya münderecatına, tarafların iddia ve savunmalarının gerçekliğine, şahitlerin beyanlarına ve kendi vicdani kanaatine göre... İşin esası budur. Bugüne kadar mahkeme önlerinde pek çok nümayiş oldu. Hatırlayınız, Ergenekon davaları başladığında; birileri Silivri'de nöbet çadırları kurup, münavebeyle gösteri yapıyordu. Sonra ne oldu? Galiba yoruldular ve gösterileri sona erdirdiler. Ha şurası yanlış anlaşılmasın: Tabii ki, insanlar meşru zeminde görüşlerini, itirazlarını, tepkilerini dile getirecektir. Demokrasilerde bunlar vazgeçilmez haklardandır. Bu türden hak ve özgürlükler, evrensel ilkeler olarak benimsenmiş ve uygulanmaktadır. Bizim vurgulamak istediğimiz husus, hak ve özgürlükleri kullanırken, ölçünün kaçırılmamasıdır. Futbolda şike davasının başladığı günden beri, Silivri ve Çağlayan'daki adliye binaları çevresinde sergilenen tavırlar, hiç de hoş karşılanacak türden değildir. Tekrar edelim: Mahkeme heyeti ne kadar kalabalık olursa olsun, taraftarın yaptığı gövde gösterisine itibar etmez... Daha doğrusu kanunlara ve yargıya karşı, kimsenin meydan okumak gibi bir imtiyazının olamayacağını herkes bilmelidir. Evet, mahkeme kadıya mülk değildir. Ama zanlılara ve hele izleyicilere hiç değildir. Çağlayan Adliyesi önünde biriken kalabalıktan bazılarının döner bıçağı ile birbirine girmesi ne anlama geliyor? Ve bu durum neye hizmet ediyor? Hangi gerekçe ile kamu düzeninin ihlali söz konusu olabilir ki? Eğer adaletin bir an evvel tecelli etmesi isteniyorsa, mahkemenin işleyişine herkes yardımcı olmalı. Sanıkların tehditvari açıklama yapmasıyla, yahut amigoların tezahürat yapmasıyla bir sonuca ulaşılamaz! Kimse devlete meydan okuyamaz ve gözdağı veremez. Bunu iyi anlayalım. Devam etmekte olan bir davanın yürütülebilmesi için, devletin olağanüstü güvenlik tedbirleri almak zorunda kalması, kimin kârına, kimin zararına? Doğruyu ve yanlışı birbirinden ayırmak lazım...