Genelkurmay eski Başkanı, E. Org. İlker Başbuğ'un yargılanmasına dair yoğun haberler, gündemi işgal ediyor. "Andıç Davası" çerçevesinde, ilk defa Mahkemeye çıkan Başbuğ'un, duruşma sırasında yaptığı açıklamalar ve salonu terk etmesi, oldukça dikkat çekici... Önceki gün Başbuğ'un avukatı, yargı yetkisine dair usul itirazında bulundu ve müvekkilinin Yüce Divan'da yargılanması gerektiğini bir kere daha talep etti. Ancak beklendiği üzere, bu talep reddedildi. 'Beklendiği üzere' ifadesini kullanmamızın sebebi, soruşturma safhasında da, benzer itirazlar yapıldığı ve aledderecat Yargıtay mertebesine kadar, her seferinde bunlar reddedildiği içindir. Kaldı ki, Andıç Davası ile birleştirilen Başbuğ'la ilgili iddianamenin baş tarafında da, yargı yeri ve yetkisi hakkında oldukça kapsamlı bir mukayeseli hukuk çalışmasıyla, bu itirazlara cevap veriliyor ve isnat edilen suç iddiası için, yargılamanın adliye mahkemelerinde yapılması gerektiği vurgulanıyor. Aynı şekilde iddianamenin girişinde, "terör örgütü" kavramının tanımlaması oldukça teferruatlı şekilde yapılarak, ilgili kanun metinlerinde kullanılan bu ifade ve muhtevasının hangi tür suçlar için hüküm getirdiği tespit ediliyor. Sayın İlker Başbuğ, en başından beri; kendisine yapılan "terör örgütü yöneticiliği" suçlamasına, oldukça sert tepki veriyor. Nitekim dün de aynı tepkiyi sürdürdü. Başbuğ'un bu noktadaki esas savunması, Türk Silahlı Kuvvetlerine en üst düzeyde komuta etme mertebesine yükselmiş bir kişinin, terör örgütü ve yöneticiliği ile ilişkilendirilemeyeceği şeklinde. Oysa yukarıda da ifade edildiği üzere, kanunlarda yer alan bazı suçlarla ilgili yapı ve oluşumlar için, "suç örgütü" ve "örgüt yöneticisi" kavramları yer alıyor. Savcılar da iddianamelerde bu kanuni lafızları kullanıyor... E. Org. Başbuğ, tabiatıyla kendi açısından, bu çeşit bir isnada sert tepki veriyor. Bu tepkinin, hayli 'duygusal' olduğunu da görüyoruz. Şu ifadeler duygusallığın göstergesi: "Şimdi bana terör örgütü yöneticisi diyenlere şaşarım... Bu suçlama aynı zamanda, siyaseten devletimize de yöneltilen son derece ağır ve haksız bir ithamdır. Bu karmaşa, ülke yönetimini devredeceğimiz genç nesillere nasıl anlatılacaktır? Tarihe nasıl not düşülecektir?.." Başbuğ, görev süresinde tek bir internet sitesi açtırmadığını, suç teşkil etmemekle birlikte, var olanları kapattırdığını da söylüyor. Ancak hatırlanacağı üzere, Andıç Davasının daha önceki duruşmalarında, Başbuğun astları, silsile-i meratip yoluyla, söz birliği içinde, sorumlu adres olarak hep Başbuğ'u işaret etmişti! Bu davanın seyri nasıl olur, ne gibi bir sonuçla tamamlanır, şimdiden bilemeyiz. Ancak şunu herkes bilir. Mahkemede ciddiyetsizlik olmaz, olamaz... Dolayısıyla Başbuğ'un bu yöndeki savunmaları ve iddianameye itibar etmediğini ifade etmesi, kendi başına bir hüküm doğurmaz. Belki bu tür tepkiler, savunmanın esasına zarar da verebilir. Diğer taraftan Başbuğ'un, "Nerede o eski genelkurmay başkanları? Onların başına gelse biz koşarak gelirdik buralara. Daha durun anlatacak çok şeyim olacak. Zamanı gelince konuşacağız..." sözleri çok manidar. Kırgınlığın ötesinde başka şeyleri de çağrıştırıyor.