Medya ahlâkı...

A -
A +

Türk medyası maalesef ahlâkî yönden (şimdiki moda deyimle "etik" açıdan) dibe vurmuş durumda! Aslında mesele sadece etik-ahlâk değil, toplam kalite yönünden de büyük bir çöküş yaşanıyor. Tam bir ölçüsüzlük, ilkesizlik, cahillik, yalancılık, fırsatçılık ve vurdumduymazlık furyası hakim durumda... Günlerdir hayretler içinde, spor medyasının; İsviçre ile oynanan milli maç sonrasında, cereyan eden olaylar hakkındaki haber ve yorumlarını takip ediyorum. İlk günlerdeki anlamsız, trajikomik telaş ve kargaşa, giderek yerini sükunete ve hatta tuhaf bir şaşkınlığa bırakıyor!.. Aman Allahım; neydi o nefes bile almadan, ağzından köpükler saçarak makineli tüfek gibi konuşan muhabirler, sunucular, yorumcular vs. Daha birinci günde, Türkiye'yi 2008 Avrupa ve 2010 Dünya Şampiyonasından da ihraca mahkum eden ahkam kesmeler... Ama günler geçtikçe, o ekranlardan saldırırcasına bağıranların sesi gitgide alçalmaya başladı. Bazıları söylediklerini çabucak unutup çark etmeye başladı, kimileri de yeni duruma ayak uydurmak için kıvırmanın yollarını arıyor! Hele hele İsviçreli bir futbolcu (Behrami), olayların abartıldığını yüzlerine söyleyince; Türkiye'ye en fazla düşmanlık gösterisi yapan bir diğeri de (Huggel) ipe sapa gelmez yalanları sıralayınca, (Milli Takım kadrosunda bile yer almayan Nihat'ın kendisine vurduğunu saçmaladı...) bazıları adeta ne diyeceğini bilemez hale düştü! Bu hacil duruma niye düştüler acaba? Futbol federasyonu başkanı, hadiselerin bu derece mubalağa ile gündemde tutulmasından rahatsız. Ama yapabileceği bir şey yok. Sadece o mu? Hükümet Sözcüsü Cemil Çiçek de aynı dertten mustarip: Her gün Şemdinli-Yüksekova olaylarını bu tarzda gündeme taşımanın zararlarını anlatmaya çalışıyor. Ama ne çare!.. Gazeteci meslektaşımız Başbakan'a şöyle soruyor; "Efendim Hakkari ve Şemdinli'deki olayların İstanbul'a da sıçramasını bekliyor musunuz?" Canlı yayında bu soruyu dinlediğim zaman; ehh bu kadarına da pes yani! diye şahsen tepki gösterdim. Ama Başbakan öyle yapmadı tabii. Daha kibar bir ifade ile, "Arkadaşlar siz böyle sorular sorarsanız..." tarzında ikazda bulundu. Yani eşeğin aklına karpuz kabuğu düşürmek gibi bir şey! Artık cehaletten mi kaynaklanıyor, yoksa kasıt mı var, orası belli değil... Medyadaki cehaleti veya hamakati anlamak ve anlatmak hiç de kolay değil. Çünkü eğitimli cehalet çok farklı... Hani Nevizade'nin o meşhur sözü var ya; "Cehlin bu kadarı sehl olmaz, kesbsiz ta bu kadar cehl olmaz!" Evet bu kadar cahil olabilmek için demek ki eğitim almak gerekiyor. Bazı medya organları, yayın ilkelerine ne kadar uyduklarını göstermek ve gerektiğinde durumu ispatlamak(!) için "ombudsman"lık müessesesi de kuruyor. Ancak ciddi bir imtihan karşısında icabında ombudsmanı da kapıya koymaktan çekinmiyorlar!.. Son üç-dört gündür, Ulaştırma Bakanı Binali Yıldırım ve eşinin "alt kimlik-üst kimlik" polemiğine konu olan fotoğrafları tartışılıyor. Olayı mavi zemin üstünde tam sayfa manşet yapan iri gazete, bakanla eşinin o meşhur yemekten önceki sabah kahvaltısında çekilen fotoğrafını neden görmedi? Bu konuyu irdelemek gerekiyor. Bakalım bahse konu gazete ve "ombudsman"ı olaya nasıl bir kılıf uyduracak... Herhalde o malum manşeti, ters yüz edecek görüntüyü ihtiva eden kahvaltı fotoğrafını da, aynı büyüklükte kullanacak kadar ilkeli ve etik davranmasını beklemiyorsunuz değil mi?! Merak etmeyin, daha önceki yüzlerce benzeri olayda olduğu gibi; o arkadaşlar işlerini son derece profesyonelce yapacak kadar pişkindirler. Onlar suçlu oldukları zaman da güçlüdürler. Dolayısıyla mahcubiyet duymaları filan söz konusu değildir... Medya organlarının yönetim katında bulunan belli tiplerin; subjektif düşüncelerine göre, eğer düşünceleri yoksa kendi kişisel zevklerine göre; (ki, bu bazen bir şarap markası olabilir, bazen bir giysi modası...) gündem tayin edebilmeleri ve bunu uzun zaman sürdürebilmeleri ülkemiz açısından büyük bir talihsizliktir. Diğer taraftan bu meslekte, arazide veya mutfakta görev yapanların ekseriyetinin kalite ve seviye yönünden giderek dibe vurmaları da bir felaket. Eski kuşakların usta-çırak ilişkileri ve mesleğin gelenekleri kalite ve seviyenin korunması için bir sigorta idi. Şimdilerde bundan pek eser kalmadı. Eğitim konusunda da durum ortada, anlatmaya gerek yok. Çok şey bildiğini, hatta her şeyi bildiğini sanan tipler, boş teneke gibi her konuda çın çın ötüyorlar. Yazdıkları ve söyledikleri, yalan yanlış da olsa fark etmez. Tiraj ve reytingler yüksek nasıl olsa... Mehmed Akif'in şu mısraları aklıma geldi birden; "Bir de İstanbul'a geldim ki, bütün çarşı pazar/ Naradan çalkalanıyor, öyle ya... Hürriyet var.../Ötüyor her taşın üstünde bir dilli düdük/ Dinliyor kaplamış etrafını binlerce hödük/ Kim ne söylerse el vurup alkışlayacak/Yaşasın!/ Kim yaşasın?/ Ömrü olan/ Şak şak Şak!.." Sayın Hasan Celal Güzel, Milli Eğitim Bakanlığı yaptığı dönemde kendisine ukalaca soru soran bir muhabiri şöyle terslemişti: "Evladım sen biraz kitap oku!.." Ne diyelim; vah vah!..

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.