Merkel ve "Ahde Vefa"...

A -
A +

Dünkü yazımızda Avrupa Birliği'nin ellinci yıl kutlamaları ile ilgili bazı noktaları yansıtmıştık. Bu arada Almanya Şansölyesi Angela Merkel'in, Türkiye'ye elli yıl sonrası için randevu vermeye kalkışırken, ülkemize karşı olan duygularını açığa vuran bir hareketine; Fransa Devlet Başkanı Chirac'a verdiği absürd armağana işaret etmiştik. Aslında Merkel'in davranış biçiminde sürpriz sayılacak bir durum yok. Çünkü öteden beri ülkemize nasıl baktığı gayet iyi biliniyor. Lakin Bayan Merkel, iktidara gelince, oynamaya çalıştığı ciddi politikacı rolü ile şöyle demişti: "Bizim Türkiye'nin tam üyelik meselesine dair parti görüşümüzde bir değişiklik yok. Ancak 'Ahde Vefa' prensibi gereğince, daha önce verdiğimiz taahhütlere bağlı kalacağız..." "Ahde Vefa - Pacta Sund Cervanda", Hukukun genel ilkelerinden biridir. Bilindiği üzere, uluslar arası hukukun kaynaklarından biri de, hukukun genel ilkeleridir ki, bunlar başlıca şöyledir: "İyi niyet, ahde vefa, kazanılmış haklara saygı, hakkın kötüye kullanılmaması, verilen zararın tazmini, kesinleşmiş yargı kararlarına saygı, uluslar arası hukukun üstünlüğü, devletin sürekliliği". Buna göre Merkel'in Türkiye'ye karşı tutumuna baktığımızda; ne iyi niyete, ne ahde vefaya, ne kazanılmış haklara saygıya vs., riayet etmediğini görürüz. Çünkü Avrupa Birliği, Türkiye ile müzakere sürecini başlatırken; 1 Ocak 2014 tarihini işaret etti. Elbette bu henüz kesinleşmiş bir tarih değil ama; sürecin seyri ile ilgili önemli bir göstergedir. Diğer taraftan, AB ile Gümrük Birliği anlaşmasını imzalamış olan Türkiye için Merkel hâlâ daha, "özel statü"den bahsediyor. Bu yaklaşım, 1959 yılından beri AB ile bütünleşmek için pek çok fedakarlığı yapan ülkemizin kazanılmış haklarına açıkça saygısızlıktır! Tutarsızlık açık: Merkel bir yandan devletin sürekliliği ve ahde vefadan bahsediyor; ama diğer taraftan kendi devletinin de altına imza attığı belgeleri görmezlikten gelip, kafasındaki fikr-i sabiti empoze etmeye çalışıyor. Bayan Şansölye'nin Chirac'a verdiği o tuhaf hediye de; kendisinin Dönem Başkanı olarak ev sahipliği hakkını kötüye kullanmaktan başka bir şey değildir. Bu arada görünen o ki; Bayan Şansölye sadece Türkiye konusunda değil, başka bir çok alanda da neticesi ileride çıkacak yanlışlıklar yapmaktadır. Sosyal Demokratların Avrupa merkezli politikalarına karşı, Merkel daha çok Washington'a yakın durarak başka bir mecraya kaydırmak istiyor. Berlin'de 50 yıl kutlamaları sürerken; Antalya'da da, Altıncı Türk- Alman Sempozyumu yapılıyordu. Bu sempozyumda ağırlıklı olarak, Türkiye - AB ilişkilerinin geleceği tartışıldı. Bu tartışmalarda ağırlıklı konu, Almanya'nın dönem başkanlığı sırasında; üyelik sürecinin nasıl bir seyir izleyeceği ele alındı. Açıkcası, Merkel'in başında bulunduğu Koalisyon hükümetinin politikası yüzünden, ortada pek de iyi bir tablo yoktu!.. Türkiye Araştırmaları Vakfı Başkanı Prof. Dr. Faruk Şen; AB'nin işleyişinde şimdiye kadar belirleyici rol oynayan Berlin - Paris ekseni yerine; Merkel'in bundan böyle Berlin - Warşova(Polonya), Berlin - Lubliana (Slovenya) ve Berlin - Sofya(Bulgaristan) eksenlerini daha aktif kılmaya çalışacağını belirtti. Hali hazırda özellikle Polonya ve Bulgaristan'ın Amerika'ya ne kadar yakın durduğunu göz önüne alalım ve Şansölye Merkel'in de Washington'a yaranmak için ne kadar şirinlikler yaptığını unutmayalım!.. Bu durumda, AB'nin "çelik çekirdeği" olan Almanya-Fransa ikilisi arasında giderek bir uzaklaşma ve ayrışma meydana gelmez mi? Çok değil daha iki yıl önce; Sosyal Demokratlar hükümette iken; Almanya ile Fransa o kadar yakınlık sergilemişlerdi ki, "İleride belki de iki devletin büyükelçiliklerini birleştirebiliriz..." diyorlardı. Peki şimdi ne oldu da AB istikameti, Berlin-Paris ekseninden böylesine sapıyor veya saptırılıyor?! Bu sorunun cevabı Berlin Deklarasyonunda yok tabii. Almanya AB bütçesinin yüzde 27'sini tek başına finanse ediyor. Buna karşılık yararlanma oranı yüzde 14. Yani Almanya'nın AB'ye net katkısı açık. Ama sırf bu konumundan ötürü, Almanya ve onun şimdiki Şansölyesi, Birlik içinde istediği her politikayı yürütebilir mi? Hele hele Fransa ile aralarında bir ayrışma husule gelirse; durum acaba ne olur? Türkiye Araştırmaları Vakfı'nın düzenlediği Altıncı Türk Alman Sempozyumu'nda epeyce değişik görüşler ileri sürüldü. Bunları yarınki yazıda ele almaya çalışacağız.

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.