Dışişleri Bakanı Mevlût Çavuşoğlu, koltuğunun altında kalabalık dosya sayısı ile Washington’a gidiyor… Çavuşoğlu’nun muhatabı olan Antony Blinken ile yapacağı görüşmelerden nasıl sonuçlar bekleniyor? ABD ile Türkiye ilişkileri epey zamandan beri sıkıntılı bir süreçten geçiyor. Aslına bakarsanız yetmiş beş yıllık müttefiklik dönemi boyunca bu ilişkiler, hiçbir vakit beklediğimiz olumlu çizgide cereyan etmedi!..
Genellikle ABD’nin üstenci tavrı karşısında, Türkiye bir nevi durumu kabullenme zarureti içinde oldu. Soğuk savaş döneminin şartları ve dengeleri, Türkiye’nin bir türlü bitmeyen ekonomik sıkıntıları, bilhassa savunma alanındaki dışa bağımlılığı (Bu bağımlılığın büyük çapta ABD’ye olduğunu unutmayalım) ve ulusal güvenlik endişeleri, bağlayıcı ve sınırlayıcı sebepler olarak ilişkilerin seyrinde önemli rol oynadı. ABD tarafı da bunu kendince hep tabii bir durum olarak gördü.
Türkiye ne zaman ilişkilerde ‘eşitlik’ ve menfaatlerde belli bir denge arayışına girdiğinde, Amerikan Yönetiminin tavrı hemen değişti ve bazen hiçbir ölçüye sığmayan reaksiyonlarda bulundu. Şüphesiz dünya artık soğuk savaş döneminin dünyası değil. Amerika da artık bir zamanların “rakipsiz” gücü değil!.. Dolayısıyla bugünün dünyasında, tek kutuplu değil, çok kutuplu bir düzene gidiş söz konusu. Ancak Amerika bunu kabullenemiyor. Oysa yeni şartlar yeni dengeleri mecburi kılıyor. Ve herkes buna göre hesabını yapmak durumunda.
Şu hâlde, (Resmî raporlarda ve söylemlerde sık sık yer aldığı üzere), sadece Amerikan menfaatlerini gözeten bir devletlerarası ilişki biçimini dayatmaya kalkışmak gerçekçi olamaz… Türkiye’nin talep ettiği Patriot Hava Savunma Sistemini vermeye yanaşmayan ABD, S-400 füze sistemini Rusya’dan aldığı için gösterdiği reaksiyonun, ne ölçüde gerçekçi olduğunu hesaplamış olsa gerek! Diğer taraftan iki ülke arasındaki ilişkilerin gerilmesi, zayıflaması herhâlde yalnızca Türkiye aleyhine bir durum olmasa gerek. Bu temel hususlarda ABD Yönetiminin daha gerçekçi değerlendirmeler yapması beklenir. Türkiye-ABD arasında her halükârda diyaloğun sürmesi çok önemli ve gereklidir. Ama bu iki tarafın da uygun yaklaşımıyla mümkün olabilir. “Ben söylerim veya isterim, karşı taraf da kabul eder” anlayışı geçerli olamaz. Bu sebepledir ki, son yıllarda gerilen ikili ilişkileri tekrar yoluna koymak üzere, ABD ile teşkil edilen “Stratejik Mekanizmanın” fonksiyonunu ifa edebilmesi gerekiyor. Mayıs ayında, New York’ta bu çerçevede, Dışişleri Bakanları seviyesinde ilk toplantı yapılmıştı. Daha sonra AK Parti Dış İlişkilerden Sorumlu Genel Başkan Yardımcısı Efgan Âlâ başkanlığındaki bir parlamento heyeti de, ABD’de önemli görüşmeler gerçekleştirmişti. Bu arada Türkiye’ye F-35 uçakları yerine F-16 uçaklarının satılması konusunda hayli mesafe katedildiği açıklanmış bulunuyor. Ancak sürecin tamamlanması gerekir.
Bakalım ABD Dışişleri Bakanı Antony Blinken ne derece bir esneklik ortaya koyacak? Bu soruyu şunun için soruyoruz. Bazı ABD hariciye bakanları, nedense Türkiye’nin önemini kavrama noktasında pek de başarılı olamıyorlar. Dolayısıyla Türkiye ile olan münasebetlerin daha iyi bir noktaya taşınması konusunda verimli olamıyorlar. Bazıları tavırlı ve peşin hükümlü de oluyor… Mesela Bill Clinton’un ilk döneminde hariciye bakanı olan Warren Christopher, dört yıllık görev süresi boyunca hiç Türkiye’ye gelmemişti. Keza Donald Trump’ın, Rex Tillerson’un yerine getirdiği Mike Pompeo da, görevi sona ererken çıktığı dış gezi turunda, Atina’dan İstanbul’a gelip Fener Rum Patriğini ziyaret ettiği hâlde, Ankara’ya uğrama nezaketini göstermemişti. Blinken’in tavrına bakıldığında da, Türkiye’ye karşı soğuk bir tavır seziliyor sanki. Tabii bu konuda yanılmayı çok isteriz! Suriye’de PKK/YPG ile iş birliği yapmanın, ABD’ye ne kazandıracağı veya ne kaybettireceği hususu, bugün için Blinken’in ev ödevlerinden biridir. ABD Dışişleri Sözcüsü, Türkiye’nin Suriye rejimi ile diyaloğa girmesini desteklemediklerini, hiç de inandırıcı olmayan gerekçelerle savunmaya yelteniyor.
Rusya-Ukrayna savaşı sırasında Türkiye’nin başarılı ara buluculuk rolünü dil ucuyla takdir eden ABD, beri tarafta Moskova aleyhine yaptırımlara girmediği için eleştiriyor… Ama aynı tavrı, alttan alta Rusya ile iş tutan Yunanistan’a karşı göstermiyor. Tam aksine Yunan topraklarında bol bol yeni üsler kurarak, bu yolla Türkiye’yi baskılamaya çalışıyor... Velhasıl ABD’nin müttefiklik ruhuna uymayan ve sadece kendi menfaatlerini önceleyen bencil politikası defolarla dolu. Ne var ki, ABD kendi aşınan gücünü hâlâ her şeyin önüne koyuyor ve hegemonik siyaset yapmayı bir ayrıcalık olarak görüyor. Bunun yanlış olduğunu ne zaman kabul edecek acaba?