Türkiye'nin modernleşme yolunda ileriye mi, yoksa geriye mi gittiği noktasında, bitmek bilmeyen bir tartışma sürüp gidiyor... Kimin doğru söylediği noktasında bugün bir irdelemeye girmeden, temel paradigmaya dair dikkat çekici bir bakış açısını bilgilerinize sunmak istiyorum. "Türkler ve 'Öteki'leştirdiklerimiz"-(Timaş Yayınları) ve "Milliyetçiliğin Dinle Kavgası"-(Bilgeoğuz Yayınları) kitaplarıyla, düşünce dünyamıza önemli bir hareket getiren Gazeteci-Yazar Hüseyin Dayı, modernleşme olgusunun Türkiye ve Avrupa'daki seyrini çarpıcı bir şekilde özetliyor. Dayı, Azerbaycan'da "Milli ve Beynelxalq Araşdırmalar Merkezi"nin düzenlediği bir konferansta sunduğu tebliğde şunları söylüyor: "Türk siyasî tarihindeki 'modernleşme'ye bakıldığında, Avrupa'daki modernleşmenin büyük ölçüde tersi istikamette bir seyir görülmektedir. Bu farklılık, Avrupa'da geleneksel devlet anlayışından uzaklaşıp 'modern' devlet anlayışına geçilirken, çok kısıtlı olan insan hakları genişletilmiş; Türk siyasî tarihinde ise geleneksel devlet anlayışından koparken, geniş kapsamlı olan insan hakları kısıtlanmıştır, şeklinde özetlenebilir. Bu şekilde birbirine zıt iki sonuç, her iki taraftaki 'modernite' öncesi millî kültür ve din temelli insan hakları anlayışı farklılıklarından kaynaklanmaktadır. Taraflar, kendi geleneksel anlayışlarını terk ederken Avrupa müspet, Türkiye menfi yönde gelişme göstermiştir. İnsan hakları açısından bu durumu, Avrupa'nın modernite öncesi, Türkiye'nin modern (çağdaş) dönemi olmuş; Türkiye'nin modernite öncesi ise, Avrupa'nın modern dönemi olmuştur, şeklinde ifade etmek mümkündür. Fikirleriyle Türk siyasî hayatını uzun yıllar tam olarak etkilemiş, günümüzde de büyük ölçüde etkilemekte olan Ziya Gökalp'te görülen fikrî değişme, bu konuya en bariz örneği oluşturmaktadır. Gökalp'in, Türkiye'deki geleneksel anlayışı savunduğu döneminde söyledikleri ile 'Muasırlaşmak' ve 'Garp medeniyetine geçmek' telkininde bulunduğu döneminde söyledikleri, birbirine tamamen zıttır... Burada Gökalp'ten örnek verilmesinin sebebi, II. Meşrutiyet'ten önce ve sonra düşünüp yazmış olmasının yanı sıra, hem Osmanlı'nın son dönemindeki İttihat ve Terakki Partisinin hem de Cumhuriyet'in kuruluş dönemindeki tek parti olan Halk Fırkası'nın (bugünkü Cumhuriyet Halk Partisi) en önemli ideoloğu olmasından dolayıdır. Gökalp'in bir diğer özelliği de Türk milliyetçiliğinin en yaygın türünü sistemleştirmiş olmasıdır... Bu itibarla demokrasi mücadelesi, Batı'da en çok ekonomi alanında ve asiller, rahipler, halk şeklinde tasnif edilmiş feodal yapılanmaya karşı; Türkiye'de ise en çok kültürel hürriyetler alanında ve değişik şekilleriyle 'milliyetçilik-ulusalcılık-Kemalizm' gibi isimlerle anılan ideolojiye karşı verilmiştir. Hâlen de din-devlet ilişkisi, kadınlarda başörtüsü ve etnik kimlikler-resmî kimlik gibi meseleler, Türkiye'nin siyaset gündeminde en fazla tartışılan konulardır..." Hüseyin Dayı bahse konu tebliğinde, halihazırda AB'nin benimsediği demokratik kriterlerin; esasen Türk devlet geleneğinde karşılığının bulunduğunu da kaydederek, hem genel hem de Türkiye özelinde liberal anlayışın, insan hak ve hürriyetlerindeki gelişimin tarihî seyrini çok özlü bir şekilde dile getiriyor. Ne yazık ki, yer darlığından ötürü daha geniş biçimde burada işleyemedik!..