BDP'lilerden bahsediyorum. "Bütün maksadımız demokratik siyaset zeminine yol açmaktır..." diye bol bol edebiyat yapan bu sayın vekiller, tek hedefi "demokratik siyaset zemini"ni ortadan kaldırmak olduğu şüphe götürmeyen, Silvan'daki menfur saldırının ardından suskunluk içine girdiler. Niye konuşmadıkları yolunda sıkıştırılınca da, o bildik laflarını tekrar ettiler. Ölen askerler kadar, PKK militanlarına da üzüldüklerini söylediler. Bu ucuz bir mugalatadan başka bir şey değil. İnsani kayıplar karşısında, elbette insan olan herkes üzülür, üzülmesi lazım. Ama kimin ne yaptığını, niçin öldüğünü veya öldürdüğünü tefrik etmek de gerekmez mi? Sırrı Süreyya Önder, Hakkari'de ölen imamla dağda silahla gezen ve devletin meşru güvenlik kuvvetlerine saldıran teröristi aynı kefeye koyuyor... İnsan zekâsıyla bu kadar alay etmek, hangi "sosyalist ahlak"ın eseri acaba? Bunlar gerçekleri olduğu gibi dile getirememenin sonucudur. Yani laf-u güzaf! BDP'nin asıl maksadı "demokratik siyaset" ise, Alper Görmüş'ün dile getirdiği üzere, Silvan saldırısına tepki olarak Meclis'e gelmeli idi. Ama öyle bir niyetleri yok. Aksine Selahattin Demirtaş, konuyu başka mecralara taşımaya çalışıyor. "Asker yorgun, niye vurmuyorsunuz?.." diyen PKK telsizleri yerine, askerin telsiz konuşmalarının deşifre edilmesini istiyor. Diğer taraftan Ahmet Türk, tehdit yollu konuşmalarına devam ediyor: "Kürt meselesi çözülmedikçe, böyle olaylar vukua gelecektir..." diyor. Evet, olaylar cereyan edebilir, ama bu bazen de Ahmet Türk'ün beklemediği veya hiç tahmin etmediği şekilde de olabilir. Acaba bunu da düşünüyor mu? Şurası açık ki, BDP'lilerin söylemlerine son zamanlarda; diyalog ve karşılıklı anlayış yerine, tehdit ve şantaj yüklü bir muhteva hakim. Şurası yeterince açık: Bu şekilde demokratik siyaset falan olmaz. Çünkü bu dil şiddet dilidir. Beri tarafta, DTK (Demokratik Toplum Kongresi), tam da menfur saldırının yapıldığı sırada, Cengiz Çandar'ın ifadesiyle, müsamere havasında "Demokratik Özerklik" diye bir şey ilan ediyor. Bu karar, tam bir ajitasyon, çirkin bir tahrik ve şüphesiz Kürt meselesine makul bir çözüm bulma gayretlerine ölümcül sabotaj... Aysel Tuğluk ve yoldaşları, bu "demokratik özerklik" dedikleri ucubenin altında kalabileceklerini hiç düşünmüyorlar mı? Bilmemeleri mümkün değil ama, yine de onlara 1946 yılında İran'da kurulan ve varlığı sadece altı ay devam edebilen "Mahabad Kürt Cumhuriyeti"ni hatırlatmakta fayda var. Evet, herkesin aklını başına devşirmesinde yarar var. Silvan'daki saldırının, Kürt meselesine köklü çözüm için ümitlerin arttığı bir dönemde, bütün olumlu gelişmelere sekte vurmak amacıyla yapıldığı kesin. Kürt meselesini iyi bilen Orhan Miroğlu, Taraf'taki yazısında bu durumu çarpıcı ifadelerle anlatıyor. Netice: Silvan Saldırısı, Öcalan'ı tasfiye eylemidir.