Başbakan Tayyip Erdoğan'ın geçen Cuma günü; "Avrupa Birliği bizim için olmazsa olmaz değildir..." şeklinde yaptığı çıkıştan sonra ortalık toz duman oldu. Bunun en çarpıcı göstergesi olarak da Borsa'nın 15 dakika içinde yüzde 4 oranında düşüş göstermesi ve faizlerin de bir puan artması öne çıktı. Borsa dün de hızlı bir düşüşle seansı açtı: Yüzde 2.7... Hâlâ daha kırılganlıktan kurtulamayan ekonominin bu hassas durumundan ziyade; siyaset çevrelerindeki kafa karışıklığı bizce daha önemli. Zira meselelere doğru şekilde ve gerektiği gibi teşhis konulamaması; ülke yönetiminde şimdiye kadar en fazla sıkıntısını çektiğimiz bir olgudur. Şimdi bu noktada soralım: Gerçekten ne oldu ve ne olması bekleniyor? Yani Başbakan Türkiye'nin ulusal politikası olan Avrupa Birliği'ne tam üyelik hedefini, bir tek cümle ile silip attı mı? Böyle bir şey mümkün mü? Ondan da önce Erdoğan'ın böyle bir maksadı olabilir mi? Yahut bir tek Verheugen'in TCK AB için vazgeçilmez şarttır demesiyle her şey bitti mi? Böyle garabet olur mu? Ama basının bir kısmına bakarsanız sanki durum ümitsiz. Erdoğan'ın kendi il başkanlarına yaptığı konuşmadan sonra, AB sözcüsünü ve komiserini derhal canlı yayına çıkaran TV kanalları hakikaten neyin peşindeydi acaba? Basınla birlikte bazı siyasilerin yaptığı yorumlar da evlere şenlik... Baykal ve CHP'nin diğer önde gelenlerine göre iki durum var: Birincisi, Erdoğan AB'ye değil Abdullah Gül ve kendi parti grubuna rest çekti!.. Bu yoruma katılan bazı yazarlar, işi daha da ileriye götürdü; "Gül için şimdi tam da kopma zamanıdır!" Breh breh!.. Beklentilerine gün doğduğu zannıyla birikimlerini nasıl da dışa vuruyorlar. İkincisi Tayyip Erdoğan AB ile tarikatlar arasında sıkışmış durumda! Her şey yolunda giderken, durduk yerde kendi ayağına ateş etmesi tarikat baskısından kaynaklanıyor... Ama her halde en ilginç ve tiraji-komik yorum Hürriyet Yazarı Emin Çölaşan'dan geldi. Diyor ki: "Erdoğan nihayet doğru çizgiye geldi. AB'ye karşı çok geç de olsa şahsiyetli bir tavır koydu. Bu duruşundan dolayı kendisini kutluyorum. Sevinçten havalara uçuyorum..." Evet, diğerlerinden çok farklı ve renkli bir ses. Acaba bütün mugalatalara rağmen, 6 Ekim'de AB Komisyonu raporu olumlu çıkarsa ve buna paralel olarak 17 Aralıkta da müzakere tarihi çıkarsa; bu gürültüyü koparan medya ne yapacak? Yaptıklarını nasıl izah edecek? "Eyvah, her şey berbat oldu. AB rüyası kötü bitti. Mahvolduk!.." diyenlerle sevinçten havaya uçanlar için 6 Ekim ve 17 Aralık tarihleri çok sıkıntılı günler olacak gibi. Ama onlar alışkındır, böyle durumları hep ustalıkla atlatmasını bilmişlerdir. Yine aynısını tekrarlayabilirler. Neticeye gelelim; Herhalde başta Genel Başkan Recep Tayyip Erdoğan olmak üzere; AK Parti yetkilileri, kendi iktidarlarını ve hatta partinin geleceğini berhava edecek bir politikayı benimseyecek kadar aklını peynir ekmekle yemiş değildir. Zaman zaman, hatta sık sık diyebileceğimiz periyotta, yanlışlıklar ve acemilikler yapılmasına rağmen, 22 aylık iktidarlarında ülke yararına çok önemli icraat gerçekleştirdiler. Bunun yanında bir kısmı, muhalif çevrelerce bile "devrim niteliğinde"; şeklinde nitelendirilen birçok ekonomik ve siyasi reformu da hayata geçirdiler. Herhalde ne Erdoğan, ne Gül ne de diğerleri; bütün bunları bir kalemde silip atacak değildir. Üstelik kendi istikballerini de karartmak pahasına... Kaldı ki, her şeyin çıbanbaşı gibi gösterilen zina tartışması da dahil, bu tarz bir hareketin ve politik yaklaşımın gündeme gelmesine dahi ihtiyaç yoktur, sebep de yoktur. Ama anlaşılmaz bir şekilde, belki de yine acemiliğin bir yansıması olarak son bir aydaki lüzumsuz, boş ve zararlı tartışmaların hepsi gerçekleşti. Sonunda Başbakan da, özellikle bu dönemde söylenmemesi gereken yukarıda belirttiğimiz sözü sarfetmek durumunda kaldı. Netice: Koparılan bütün gürültüye rağmen, Türkiye'nin AB yolundaki ilerleyişi sürecektir. Ama keşke Erdoğan, olayların bütününe vakıf olmayan halkı tedirgin eden o cümleyi söylememiş olsaydı!..